Hava Durumu

Özgür'ce...

Yazının Giriş Tarihi: 17.06.2014 15:08
Yazının Güncellenme Tarihi: 17.06.2014 15:08

Düşün

ÇOBAN VE AĞAÇ

Yaşlı çoban sürüsünü otlatmak için yaylaya çıktığında tepeye yakın bir elma ağacının altında dinlenir ve eğer mevsimiyse, onunla konuşarak:

“Hadi bakalım evladım, derdi. Bu ihtiyarın elmasını ver artık”.

Ve bir elma düşerdi, en güzelinden, en olgunundan. Yaşlı adam sedef kakmalı çakısını çıkartarak onu dilimlere ayırır ve küçük bir tas yoğurtla birlikte ekmeğine katık ettikten sonra, babasından kalan Kuran´ını okumaya koyulurdu.

Çoban, bu ağacı yirmi yıl kadar önce diktiğinde sık sık sular, bunun için de büyükçe bir güğüme doldurduğu abdest suyundan geriye kalanı kullanırdı.

Elma ağacının kökleri, belki de bu sularla kuvvet bulmuş ve kısa sürede serpilip meyve vermeye başlamıştı. Çoban o zamanlar henüz genç sayıldığından şöyle bir uzandı mı en güzel elmayı şıp diye koparırdı.

Fakat aradan geçen bunca yıl içinde beli bükülüp boyu kısalmış, ağacınkiyse bir çınar gibi büyüyüp göklere yükselmişti. Ama boyu ne olursa olsun, ağaç yine de yavrusu değil miydi? Onu bir evlat sevgisiyle okşarken : “Ver yavrum, derdi, gönder bakalım bu günkü kısmetimi.”

Ve bir elma düşerdi hiç nazlanmadan, yıllar boyu hiçbir gün aksamadan.

Köylüler, uzaktan uzağa gözledikleri bu hadiseyi birbirlerine anlatıp yaşlı çobanın veli bir zât olduğunu söylerlerdi.

Yaşlı adam, ağacın altında dinlenip namazını kıldığı bir gün, yine elmasını istedi. Ancak dallar dolu olmasına rağmen nedense birşey düşmemişti. Sonra bir daha, bir daha tekrarladı isteğini. Beklediği şey bir türlü gelmiyordu. Gözyaşları, yeni doğmuş kuzuların tüylerini andıran beyaz sakalını ıslatırken, ağacın altından uzaklaşıp koyunların arasına attı kendini. Yavrusu, meyve verdiği günden bu yana ilk defa reddediyordu onu. İhtiyar çobanın beli her zamankinden fazla bükülmüş, güçsüz bacakları da vücudunu taşıyamaz olmuştu. Hayvanlarını usulca toplayıp köye doğru yöneldiğinde, aşağıdaki caminin her zamankinde daha nurlu minarelerinden yankılanan ezan sesiyle irkildi birden. Yeniden doğmuştu sanki çoban. Birşey hatırlamıştı.

Çocuklar gibi sevinerek ağacın yanına koştu ve ona şefkatle sarılırken :

“Canım” dedi, hıçkırıp ağlayarak.

“Benim güzel evladım, mis kokulum. Şu unutkan ihtiyarı üzmeden önce neden söylemedin, bu günün Ramazan´ın ilk günü olduğunu ?”

**

Hisset

HANGİ GÜNÜN YÜZYILI

 

Sancısını yaşıyorsun kaç zamandır

Yeni bir güne sevinçle başlamanın

Yoluna ışık tutan sözcükler

Var mı o günün ışıltılı kanatlarında

Rüzgâra dost olan soluklar var mı

Altını çize çize soruyorsun nedense

Ki hep aldatmış olduğun kendine

 

Adın çoktan çocuğa çıkmış oysa

Çoktan anlaşılmaz olmuşsun

Şu güzel ömrün tam ortasında

Kuşları sora sora düşen yapraklarda

Ey çılgın

Kanadı kırık her kuşa

Kanat olmaktan yorulmuşsun

 

Bulutları çarpışa çarpışa yorgun

Bir gökyüzüdür artık gülüşün

               

Adnan YÜCEL

*

Gülümse

Tek asker           

Manevra varmış. Temel elde tüfek yerde yatıyormuş. Komutan gelip sormuş :

-Düşman önden gelirse ne yaparsın Temel?Temel cevaplamış.Şu yandan, bu yandan, arkadan gelirse, diye tekrar sormuş komutan.Temel bunları da cevaplamış.

Komutan en sonunda :

-Ya düşman tepeden gelirse, deyince.

Temel dayanamamış ve :

-Habu memleketin tek askeru ben miyum komitanum daa!

**

Kulağına küpe olsun

Aslında çok konuşan kadın yoktur.

Karşıdaki hiç bir şey anlamadığı için açıklama yapmak zorunda kalan kadın vardır.

 

|Paul Auster|

**

 

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.