Bir tabloyla durumu daha net görelim: “Yeni net asgari ücret: 28.075 TL, Açlık sınırı (4 kişilik aile): 29.828 TL, Bekâr bir çalışanın aylık yaşam maliyeti: 38.752 TL, Türkiye genelinde ortalama konut kirası: 24.898 TL” Rakamlar açıkça şunu söylüyor: “Asgari ücret, daha cebinize girmeden yetersiz kalıyor.”
Türkiye genelinde ortalama kiraların 24-25 bin TL bandına dayanması, tek bir asgari ücretin neredeyse tamamının yalnızca barınmaya gitmesi demek. Elektrik, su, doğal gaz, ulaşım, gıda, sağlık ve eğitim gibi temel giderler ise adeta “ekstra lüks” haline gelmiş durumda. TÜRK-İŞ verilerine göre, Kasım 2025 itibarıyla açlık sınırı 29.828 TL.
Yani yeni asgari ücret, dört kişilik bir ailenin sadece gıda harcamasını bile kağıt üzerinde karşılamıyor. Bu tablo, “insanca yaşam” kavramının ne kadar uzağında olduğumuzu gözler önüne seriyor. Maaşlara yapılan %27’lik zam, yıl boyunca süren yüksek enflasyon, artan faturalar ve temel tüketim ürünlerindeki fiyat artışları karşısında kısa sürede etkisini yitirme riski taşıyor.
Uzmanlar bu nedenle asgari ücretin, artık bir “geçim ücreti” değil, “hayatta kalma ücreti” haline geldiğini vurguluyor. Elbette istisnai durumlar da var. Eğer tek başınıza yaşıyor, kira ödemiyor ya da çok düşük bir kira veriyorsanız; harcamalarınızı kısmak şartıyla temel ihtiyaçlarınızı ucu ucuna karşılayabilirsiniz.
Ancak kira ödeyen biriyseniz ya da çocuklu bir aile geçindiriyorsanız, 28.075 TL ile geçinmek neredeyse imkânsız görünüyor. Bu noktada haneye ikinci bir maaşın girmesi veya ek gelir kaynakları, bir tercih değil zorunluluk haline geliyor. Türkiye genelinde ortalama kira bedelinin 24.898 TL olduğu düşünülürse, bu rakam asgari ücretin yaklaşık %88’ine denk geliyor.
Özellikle büyükşehirlerde tek başına eve çıkmak hayal olurken; paylaşımlı evler ya da aileyle birlikte yaşamak, geçinebilmenin neredeyse tek yolu olarak öne çıkıyor. Sonuç olarak; 28 bin TL’lik asgari ücret, rakam olarak artmış gibi görünse de hayat pahalılığı karşısında eriyen bir gelir olmaktan öteye gidemiyor. Asıl soru artık şu:
Asgari ücretle geçinmek mi, yoksa sadece ayakta kalmak mı?
Geçmişe dönüp bakıldığında, asgari ücret yalnızca bir rakamdan ibaret görülmez; emeğin karşılığını alma, çalışanın onurunu koruma ve ay sonunu borçsuz kapatabilme hedefiyle ele alınırdı. O dönemde asgari ücretli, bugünkü gibi sürekli kredi kartı borçlarıyla, ek iş arayışlarıyla ya da temel ihtiyaçlardan feragat ederek yaşamaya mahkum edilmez.
Ücret politikaları, en azından bir ailenin barınma, gıda ve temel giderlerini karşılayabilecek bir taban gelir anlayışıyla değerlendirilirdi. Elbette ekonomik zorluklar vardı, ancak devletin dilinde ve yaklaşımında “asgari ücretli” sosyal yük değil, üretimin ve kalkınmanın asli unsuru olarak görülür; çalışan kesimin refahı, ülkenin büyümesinin ön şartı olarak kabul edilirdi. Bugün gelinen noktada ise asgari ücret, geçim güvencesi olmaktan çıkıp yalnızca hayatta kalmaya yeten bir tutara dönüşmüş durumda.