“alper tunga öldü mü
ıssız acun kaldı mı
felek öcün aldı mı
imdi yürek yırtılır..” dizelerini bilmeyen azdır. Oğuz Kağan Destanından alıntı olan bu dörtlükte “pars” anlamına gelen bu yiğidin ölüp ölmediği sorulmuyor; “Öldü ha…” der gibi onun ölümüne içleniliyor.
Abdülkadir Eralp’ın yaşamını yitirdiğini öğrendiğimde bu dizeler geldi aklıma. Ben de içlendim yazar arkadaşımın ölümüne. İnanamadım da doğrusu. Çağdaşımdı o güzel insan. Belki benden birkaç yaş daha gençti. Ne var ki felek acımasız davranmıştı kendisine.
Yürüme, konuşma, görme güçlükleri çeker olmuştu. Özellikle de görme güçlüğü çekmesi dayanılası azap değildir adamoğlu için. Hele okumayı çok seven, yazamazsa soluk alamadığını varsayan biri için.
Acı haberi İzmir’den aldım. Halil Dayaç arkadaşım telefonla bildirdi. Nasıl olmuş ta duymamışım. Evimden bir kilometre ötedeydi evi. Bağırsak duyabilirdik birbirimizi. Hani kötü haber çabuk duyulur derlerdi?... Bu da yalanmış.
Ölümüne İnanamadığım için bir haftalık, on günlük Gaziantep gazetelerini gözden geçirdim. Hayır, hiç birinde de, basının iyi kötü bir parçası haline gelmiş olan bu köşe yazarının ölümünden söz edilmiyordu.
Bir insanın canı değil midir kardeşi? Bir insan canının çekirdeğini yitirir de onun için bir ağıt yazmaz mı ardı sıra.
Kendisi gibi yazar olan kardeşi Ali Eralp’ın son bir aylık yazılarını özden geçirdim. Atilla Karaduman’ın www.gaziantephaberler.com’unda yazıyor Ali. Yok… Yazılarından birinde bile kardeşini yitirdiğinden söz etmiyor Ali Eralp. Kınadım onu.
Sonra Googole’a bakmak geldi aklıma. Baktım. Oh, sonunda biri anmış işte. Canım şair arkadaşım Tamer Abuşoğlu yazar dostu Abdülkadir Eralp’ı yitirmenin üzüntüsünü dile getiriyordu.
Abdülkadir Eralp yerel gazetelerden bir çoğunda yazılar yazmıştı. Emeği geçen bu gazetelerden bir teki olsun onun ölüm haberini duyurmadı. Yazıklar olsun…
Abdükadir’le birkaç ay önce Milli Egemenlik Caddesinde karşılaşmıştım. Görmeyen ya da çok az gören gözleriyle yeri delercesine adımlar atıyor, düşmeden ilerlemeye çalışıyordu. Koluna girdim. “Selam dostum,” dedim. “Nasılsın…”
“Fevzi, sen misin?” dedi. Yüzünü bir sevinç dalgası yaladı. “Benim Abdül” dedim.
Bankomattan maaşını çekmeye gidiyormuş. Oraya kadar yoldaşlık ettik. Maaşını çekip verdim. Teşekkür etti. Nostalji’de oturup birlikte çay içtik.
Gelmişten gelecekten söz ettik. O haline rağmen yurtseverliğinden, devrimciliğinden ilericiliğinden ödün vermiyordu.
Işıklar içinde yat Kadir.