AD ALİ'Nİ, ŞAPKA VELİ'NİN

            Birileri ortaya çıkıp hayır yapmak amacıyla okul, cami gibi binalar yaptırır; üstelik bu gibi binaların açılışı, merasimlerle yapılır; Hükümetten, ilgili yerlerden kimseler gelir, açılışta süslü püslü laflar edilir.

            Hayır sahibi, yaptığı ile övündüğünü, herkesin hissetmesi yönünden çeşitli davranışlar içerisine girer.

            Açılışta kurdeleler kesilir, nutuklar atılır,  hayır duaları edilir, plaketler verilir.

            xxx

            Bu gibi faaliyetlerde hayrı kim yapmıştır?   

Sevabı kim işlemiştir?

xxx

            Cami, okul yapacaklara, belediyeler arsa tahsis eder. Hayır sahibi de karşılıksız verilen arsa üzerine camisini, okulunu yapar.

            Yapılan tesise de, kendi adı veya kendi sulbünden birinin adı verilir.

            xxx

            Burada hayır sahibi kimdir?

            Mevcut yasalarımızı incelediğiniz zaman, hayır sahibinin kim olduğunu görür, anlarsınız.

            Şimdi ilgili yasalara bir göz atalım:

            Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 10. Maddesinin (ç) bendi aynen şöyledir: “(c) bendinde sayılan kamu kurum ve kuruluşlarına bağışlanan okul, sağlık tesisi, 100 yatak (kalkınmada öncelikli yörelerde 50 yatak) kapasitesinden az olmamak kaydıyla öğrenci yurdu ile çocuk yuvası, yetiştirme yurdu, huzurevi ve bakım ve rehabilitasyon merkezi inşası dolayısıyla yapılan harcamalar veya bu tesislerin inşası için bu kuruluşlara yapılan her türlü bağış ve yardımlar ile mevcut tesislerin faaliyetlerini devam ettirebilmeleri için yapılan her türlü nakdî ve aynî bağış ve yardımların tamamı.”

            Diğer taraftan, kamuoyunda “Teşvik Yasası” olarak bilinen düzenlemede, ibadethane yaptıranlar, maliyetini Gelir ve Kurumlar vergisinden düşürebilir.

            xxx

            Bu yasalar karşısında, Kurumlar veya Gelir Vergisi Kanunu’na tabi bir mükellefi bir okul veya bir cami yaptırdığında, sevabı yaptıran değil, Devlet yapmış oluyor.

            Bunu bir örnekle açıklayalım:

            A tüccarı 1.000.000, - TL harcamak suretiyle bir cami yaptırmıştır. O yıl A tüccarının vergi matrahı, yani karı 1.000.000,- TL olduğunu farz edelim.

            A tüccarı cami yapımı için harcadığı parayı, vergiden düşüreceğinden, vergi vereceğine, cami yaptırmış olur.

            Eğer cami yaptırmasaydı, vergisini ödeyecekti.

            İşte bu avantaj karşısında yapılan bu gibi hayırların sevabı, devletin olsa gerek!

            xxx

Yaptıran, aracıdır.

            Devlet kesesinden hayır işlenmiştir.

            Sevabı da devletindir.

            Zira olay, ad Ali’nin, şapka Veli’nin.

            xxx

            Ayrıca vakıf kurar, vakfa bağışta bulunur, vakıfta okul, cami gibi sosyal binalar yaparsa, durum daha da şık olur.

            Eskiden bu gibi hayırların bazıları için matrahtan en fazla %5’i düşülebilirdi.

            xxx

            Hoca, ömründe, ne tavşana kaç, ne tazıya tut demiş. Öyle iken nasıl olmuşsa olmuş, günün birinde bir tavşan yakalamış.

            Ne olduğunu bildiği yok ya, atmış torbasına, getirmiş fakirhanesine: “Hatuncuğum, sakın torbayı açayım deme. Görülmedik, işitilmedik bir şeye! Bakalım neyin nesi bu?” demiş ve gitmiş, konu komşuyu çağırmaya.

            O gide dursun, karısı da merakını yenememiş, torbanın ağzını açmış ama tavşan fır demiş fırlamış. Ne yalan bulup yakıştırsın? “Ağırlık olduktan geri, belki karanlıkta kocamın gözünü küllerim.” diye, gözüne ilişen yem küreğini yerleştirmiş torbaya.

             Neden sonra Hoca, cumbur cemaat gelip te torbayı açınca, pat diye ortaya yem küreği düşmesin mi?

            O kadar halkın içinde, karısının ayıbını yüzüne vuracak değil ya, Hoca’ya söz mü yok:

            “Ha işte komşular, demiş; bu ölçeğin on kere dolması bir kile eder.”

            xxx

            Ölçeğin on kere dolması bir kile eder de, tavşana kaç, tazıya tut demekle hayır işlenmez; okulu, camiyi yapacaksın, ama vergiden düşmeyeceksin. İşte o zaman hayır işlemiş olur, sevap kazanırsın.