Anayasayı değiştirmek isteyen bir siyasi iradenin, yargı erkine nüfuz etme çabası, hukuk devleti anlayışıyla bağdaşmayan bir görüntü ortaya koymaktadır. Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun (HSK) bağımsızlığının zedelenmesi, sadece mahkeme kararlarını değil, milletin vicdanını da sarsmaktadır.
Yetkinin tek elde toplanması, yargının siyasallaşması anlamına gelir. Oysa adalet; iktidarların değil, devletin sürekliliğini temsil eder. Bu sebeple “Devlette devamlılık esastır” ilkesi, yalnızca yönetim kademelerinde değil, yargının ruhunda da yaşatılmalıdır.
Bir devletin en güçlü yönü, ne ordusunun silahı ne de hazinesinin büyüklüğüdür. Gerçek güç, yargının tarafsızlığında, hâkimlerin vicdanında, savcıların cesaretindedir. Eğer bu vicdan ve cesaret siyasetin rüzgârına göre yön değiştirirse, adalet terazisinin kefesi artık sadece güçlüden yana tartar.
Bugün yapılmak istenen anayasa değişikliklerinin zemininde, toplumun değil, iktidarın menfaatine göre dizayn edilen bir yargı düzeni bulunuyorsa; burada artık hukuk değil, hükümranlık vardır.
OLUMLU YANLAR
⦁ Türkiye’de hâlâ dürüst, tarafsız ve vicdanı ile karar veren çok sayıda hâkim ve savcı bulunmaktadır.
⦁ Adalet sisteminde yer yer reform tartışmaları yürütülmesi, konunun toplumda farkındalık kazanmasını sağlamaktadır.
⦁ Yargıdaki dijitalleşme ve şeffaflık yönündeki bazı girişimler, hesap verilebilirliği artırma potansiyeli taşımaktadır.
⦁ Toplumun büyük kısmı artık adaletin siyasetten bağımsız olması gerektiği bilincine ulaşmıştır.
⦁ Hukuk camiasında genç ve idealist kadroların yetişmekte olması, geleceğe dair bir umut ışığı yaratmaktadır.
OLUMSUZ YANLAR
⦁ Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun atama ve denetim yetkilerinin siyasi otoritenin etkisine açık olması, bağımsız yargı ilkesini zayıflatmaktadır.
⦁ Kritik noktalara iktidar yanlısı kadroların getirilmesi, toplumda “adalet duygusunun” erozyona uğramasına yol açmaktadır.
⦁ Hukuk fakültelerinin çoğalmasına rağmen, liyakat sisteminin güçlendirilmemesi, yargı kalitesinde düşüşe neden olmaktadır.
⦁ Adalet mekanizması içerisinde “itaat kültürü” yaygınlaştıkça, “vicdan kültürü” zayıflamaktadır.
⦁ Mahkemelerin verdiği kararlar arasında ciddi çelişkiler oluşmakta; bu durum, halkın adalete olan güvenini azaltmaktadır.
⦁ Yargı üzerindeki siyasal baskı, hem savunma hakkını hem de ifade özgürlüğünü tehdit eder hale gelmiştir.
SONUÇ
Bir devleti güçlü kılan, iktidarın gücü değil, adaletin güvencesidir. Adaletin olmadığı yerde hukuk, hukukun olmadığı yerde ise milletin birliği kalmaz. Hakimler ve Savcılar Kurulu gibi temel kurumlar, siyasi iktidarların denetiminde değil, devlet aklının ve hukuk vicdanının rehberliğinde var olmalıdır.
Bugün Türkiye’nin en büyük ihtiyacı, yeni bir anayasa değil, mevcut anayasaya sadakatle bağlı bir yargı düzenidir. Gerçek adalet, sadece kanunların satır aralarında değil, vicdanların derinliklerinde hayat bulur. Bu nedenle, HSK’nın yapısı yeniden düzenlenmeli; üyelik, atama ve denetim süreçleri tam bağımsız bir kurulun inisiyatifine bırakılmalıdır.
Adaletin yönünü belirleyecek olan siyaset değil, vicdan olmalıdır. Çünkü bir milletin çöküşü, yargının tarafsızlığını kaybettiği gün başlar.
OKUYUCUYA SORULAR
⦁ Sizce yargı kurumlarının bağımsızlığı nasıl güvence altına alınabilir?
⦁ Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun mevcut yapısı, tarafsız adaletin oluşmasına imkân tanıyor mu?
⦁ Adaletin siyasetten bağımsızlaşması için hangi anayasal düzenlemeler yapılmalıdır?
⦁ Toplum, yargıya güvenini kaybettiğinde bu güven nasıl yeniden inşa edilir?
⦁ Yeni anayasa tartışmalarında öncelik “metin değişikliği” mi, yoksa “zihniyet değişimi” mi olmalıdır?