Allah Belanı versin...

İsmail YK'nın bir şarkısı var. "Allah Belanı versin..." Bu şarkıyı pek bayağı bulurdum. Meğer adamın böyle feryat etmeye hakkı varmış. Başka türü nasıl indirecek yoksa yüreğinin şişini.

Nedense, durup dururken bu şarkı geldi aklıma. Artık sevgilisine mi söylüyor, apartmanı yönetenlere mi orası yoruma bağlı. Şarkı şöyle:

 "Allah belânı versin

Allah seni kahretsin

Bana gelen sana gelsin yaaa

Hayatımı sen mahvettin

Acımadın neler çektim

Kader seni de kör etsin

 

Bomboş yere yaşıyorum

Hergün acı çekiyorum

Her dakika eriyorum

Yeter artık senden nefret ediyorum

 

Beni benden aldın attın

Beni sattın yazıklar olsun!"

***

Amcam, yıllarca Ali Nadi Ünler'in kitapçı dükkanında kendini solla eğittikten sonra, yaş yetmişbeş'i bulunca, "Ya varsa..." korkusuyla kendini caminin birine attı. Bu caminin her şeyi şimdi o. İbadethaneyi sabah erkenden açar, içeriyi havalandırır, etrafı siler süpürür, camiyi ibadete hazır hale getirir.

Namaz bitince camiyi kilitler evine çekilir, yeni vakit namazına kadar dinlenir.

Amcamın daha önce de deneyimi vardır dinsel konularda. Olay TV'de dini ve ahlaki mubaheseler yapmıştı birkaç yıl. Allah etmesin Camisinin hocaefendisi bir gün rahatsızlanacak olsa, o gün de Cumaya denk gelse, onun yokluğunu aratmaz amcam.

Eh, Hak Taala da görür elbet onun bu hizmetlerini.

***

İslam dini güzel ahlak üzerine kurulmuştur.

Amenna...

Müslümanlık deyince hiç birimiz mangalda kül bırakmayız.

Amenna...

Ama iş menfaate gelip dayanınca, ne güzel ahlak kalır, ne de Müslümanlık...

Her birimiz birer bezirgân kesiliriz.

Bezirgan'ın  alışverişte çok kâr amacı güden kimse olduğunu bilirsiniz. Onun bu tamahkarlığı yüzünden sözcüğün anlamı tüccarlıktan soygunculuğa yol almıştır.

***

Bir zamanlar:

"Memurun aldığı maaş geçimini sağlayamıyor!" diye feryadı koparmıştık.

Buna yanıt zamanın cumbabasından gelmişti:

"Benim memurum işini bilir..."

Ne demekti bu?

"Benim memurum, maaşı yetmiyorsa, rüşvet alarak aile bütçesini denkleştirir."

Hırsızlığa teşvik değildi de neydi bu?

Neresinde güzel ahlak bunun?

Neresinde İslamiyet bunun?

***

Sonra bir Cumabey çıktı. O da ülkeye serbest ekonomiyi getirdi.

İsteyen istediğini istediği fiyata satabilecekti.

Sonra ne oldu?

Anasının kızı(!) oldu. Her bir esnafımız eşkıya, soyguncu kesildik.

***

Bana bütün bunları yazdıran bir okuyucumun feryadıdır.

Okuyucum diyor ki:

"Domates alacaktım. Manava gittim. Kilosunun kaça olduğunu sordum.

- 2 lira dedi. Yani 200 kuruş. Bana pahalıymış gibi geldi.

- 150'ye olmaz mı?" diye sordum.

- Olmaz! dedi.

Başka bir satıcıya gittim. Pazarlık yapmama gerek kalmadan domatesin kilosunun 80 kuruş olduğunu söyledi.

Aynı şehirde. Aynı zaman dilimi içinde, aynı malı satan iki esnaf.

- Zarar etmez misin bu fiyata satarsan? diye sordum domatesin kilosunu 80 kuruşa satan esnafa.

- Niye zarar edeyim? dedi. 50 kuruşa alıyorum 30 kuruş para kazanıyorum. Yüzde 60 kazanıyorum. Bereket versin.

Öbürü kaça alıyor?

O da 50 kuruşa alıyor ama 200 kuruşa satıyor. Yani üç  kat fazlasına...

Yani yüzde 300 kazanıyor.

İnsaf neresinde bunun?

Merhamet neresinde?

Ticaret ahlakı nerede?

Müslümanlık nerede?

Bizim milletin başını boş bırakırsan böyle olur işte...

***

İftarda biraz fazla kaçırmış olmalısınız. Mideniz ekşimiş.

Giriyorsunuz bir bakkala. Bir soda istiyorsunuz. Sodayı veriyor bakkal. Ayak üstü içiyorsunuz. Beş lira uzatıyorsunuz. Üstü size 4 lira olarak geliyor. Yani bir soda 100 Türk Kuruşu. Aynı mal marketlerde 6'lı koli olarak 2 TL'ye satılıyor. Bu durumda bizim bakkal  bir şişe kolaya yüzde 1000 zam bindiriyor. Ne hakla? Ülkemin serbest ekonomiyle yönetilmesi hakkıyla.

Böylece islamın İ'sinden, dinin d'sinden anlamayan bazı açıkgözler, biraz sakal uzatıp,  bir hacca gidip geliyor, üstüne bir de umre ile cila çekiyor sonra da, amcam gibi iyi niyetlileri işte böyle kazıklıyor.

***

Bütün bunları yazdıran geçmiş dönem hakkında babamın, dedemin anlattıklarıdır. Keşke anlatmasaydılar da, bilmeseydim. O zaman böyle kahrolmazdım.

Onların zamanında "Milli Korunma Kanunu" diye bir yasa varmış. Esnaf, aldığı malı yüzde 20'den fazla kazançla satamazmış.

Etiketin üzerine alış fiyatını, satış fiyatını, fatura tarih ve numarasını yazma şartı varmış.

Alıcı vatandaşın, kuşku duyması halinde alış faturasını isteyip inceleme hakkı varmış...

Masal gibi geliyor bütün bunlar şimdi bana. Geçmişte yaşanmış bir masal... Bu masalın kahramanı da bugün yerin dibine batırmak için elimizden geleni ardımıza koymadığımız İsmet İnönü'dür.

Haksız da değiller hani vatandaşı koruyacağım diye ticaret erbabının ekmeğine kan doğramak var mı?

***

Şimdi siz, düşmemesi için elinizle şapkanızı tutarak gökdelenlere bakıp durun hemen:

"Yahu ben bir tane tuğla bile alamazken, bu millet bu gökdelenleri nasıl yükseltebiliyor?: