Anneannemin Şehidine Gözyaşları

İlkokul beşinci sınıfa kadar, yalnız kalmasın diye anneannemle beraber yatardım. Hava tam kararmadan, elimde içine yemek koyulmuş küçük bakır bakraçla, yarı gönüllü-gönülsüz yamaç aşağı iner giderdim. Gitmek istemediğimi söylediğimde de “yalnız kalırsa eben üzülür” diyordu, babam.

            Anneannem de çokta gönüllü gitmediğimin farkındaydı. Benim gönlümü yapmak için elinden geleni esirgemezdi. İkimiz beraber naylon bebeğime elbiseler dikerdik. En çok sevdiğim leblebi şekeri, evden eksik olmazdı.

            Her gece uyumadan önce, anneannem el oyması ahşap dolabı açar, Kuran-ı Kerimi ve küçük ahşap kutuyu getirirdi. Her defasında aynı özenle kutuyu açar, içinden bir fotoğraf çıkarırdı. Fotoğrafı alır öper ve dakikalarca ilk defa görüyormuş gibi bakardı. Gözlerinden yanaklarına yaşlar süzülürdü. “Kuzum kuzum!” sözünün dışında sesi çıkmazdı.

            Sonra kutudan kanlı mendili çıkarır ve burnuna götürür, koklardı. Gözlerini kapatır ağlamamak için direnirdi. Ama direnci yetmezdi ağlamamaya. Beyitleri ardı ardına sıralayarak bırakırdı sesini. Sesi özlemden, acıya gider gelirdi. Beyitlerine kefenlediği üç çocuğunu da dâhil ederdi. Odada acı, en üst seviyeye çıkardı. Yarım saat, belki de bir saat.

            Anneannemin eli yeniden ahşap kutuya gider, sararmış bir mektup çıkarır ve özenle açardı. Kendisi okumaya çalışırdı. A’ya “elif”, B’ye “ba” derdi ama harfleri birleştirdiğinde çat pat Türkçe olarak okurdu. Ben okuyacak seviyeye geldiğimden sonra, kendisi mektubu okumaya çalışmaktan vazgeçti.

            Dayımın şehit olmadan önce anneanneme gönderdiği, “gözü yaşlı, bağrı taşlı anam” diye başlayan mektubunu okumaya başlardım. Asker ocağındaki günlerini anlattıktan sonra, “kavuşmamıza iki ay var anam. Ben gelince her şey yoluna girecek, sen canını sıkma” diye devam ederdi mektup. Mektubun bu bölümüne geldiğimde anneannemin hıçkırıkları neredeyse nefesini tıkardı. Ama okumaya devam etmemi isterdi. “Dağların sillesini yüklenmiş anam, olurda gelemezsem hakkını helâl et” le biterdi mektup.

            Uzunca bir zaman ağlayan anneannem derin derin nefesler alarak “Allah’ım beni affet, ağladığım için kuzumun yerini dar etme” derdi.  Sonra bana “sen üzülme emi, ben Yasin-i şerif okuyayım, sonra yatalım” derdi.

            Yalnızca başımı sallardım.

            Anneannem şen şakrak, şakacı kişiydi. Anlattığım gecelerin dışında ağladığına hiç mi hiç tanık olmadım. Sanıyorum ki, başkaları da tanık olmamıştır. Nasıl tanık olsunlar? Düğün yerinde ilk O oynardı. Yüzünden gülücükler eksik olmayan da oydu. Ama acıyı içene saklayan da oydu.

            Dayım ile anneannemin ölümlerinin arasında yirmibir yıl fark vardı. Ama acı ilk günkü kadar tazeydi. Acı eskimiyor, yıpranmıyor, bitmiyordu.

            İlk anneannemi tanımıştım ”Şehit Anası” olarak. Uzunca bir zaman da başka şehit annesi tanımamıştım. Oysa şimdi bir günde onlarca şehidi kefenliyor, onlarca şehit anasının gözyaşına, ağıtlarına, feryatlarına tanık oluyoruz. Onlarla beraber koca bir ulus ağlıyor, feryat ediyor, isyan ediyor. Yeter yeter, seslerini duyurmaya çalışıyor.

Yeter!

Sevgiyle