ARA DÖNEM OLARAK LAİKLİK

15. Yüzyıl reform ve rönesans hareketlerinde hayat bulmuş laiklik kavramı süreç içerisinde dünyanın farklı bölgelerinde farklı modellere bürünmüştür. Fransız modeli laiklik ve Türkiye modeli laiklik kuramları üzerinden ülkemizdeki laikliğin son durumunu daha net bir şekilde algılayabileceğimiz kanısındayım.

 

            15. yüzyılda  katolikleri kontrol altına almak için Almanya'da reform, İtalya ve Fransa'da ise rönesans hareketleri ile başlamıştır laik devlet anlayışı. Asıl amaç dini ritüellerle baskı mekanizması kurmaya çalışan katolikleri terbiye etmek, dini devletin kontrolü altına almaktı. Hem Almanya, hem İtalya, hem de Fransa, bunun bir geçiş dönemi olduğunu kısa zamanda kavramış, dini ritüellerin devlet yönetiminde kullanılmasının ya da dinin devlet yönetimi üzerinde etken olmasının önüne kısa zamanda geçmişlerdir. Bu şekilde laiklik bu ülkelerde gerçek değerini bulmuştur.

 

            Bugün Fransa'da din, devletin kontrolü altında olmayan özerk bir kurumdur. Devlet dini kurumların finansörü de değildir. Daha ekstrem ve daha karmaşık bir seküler yapısı olan Amerika da yine devletin dini kurumlar üzerinde tahakküm kuran, dini kurumları finanse eden bir anlayışı reddetmiştir.
 

            Fransa, Almanya ve İtalya, yukarıda da belirttiğimiz üzere rönesans ve reform hareketleri ile din üzerinde geçici bir tahakküm kurmuş, normalleşme süreci ile günümüz laik devlet anlayışına (sekülerizm) kavuşmuşlardır. Bugün bu ülkelerin hiç birinde devlet kendini dini ritüellerle tanımlamamakta, kendini herhangi bir dini kurumun hamisi ya da yakını olarak da  görmemektedir.

 

            Din bu modellerde tamamen bireyin uhrevi dünyası olarak saygı duyulması gereken alan olarak kabul edilmiştir. Gayet tabii ki dini inançların yerine getirilmesinin engellenmesi noktasında devlet polislik görevini yerine getirmektedir. Devlet din ve vicdan özgürlüğünü korumak dışında bu alanın iç işleyişine hiç bir şekilde müdahale etmemektedir. Din çağdaş laiklik anlayışında kamusal alanın değil bireysel alanın bir olgusu olarak kabul edilmiştir. Bu da beraberinde dinin politikacıların elinde değersizleşmesinin önünü almıştır.

 

            Ülkemiz laiklik anlayışı 15. yüzyıl çıkış noktasında kalmıştır. Rejim karşıtı din tandanslı oluşumları kontrol altına alma gayesiyle laiklik  sistem olarak  kabul edilmiş, kontrol sağlandıktan sonra laikliğin bir üst aşaması olan seküler devlet modeli benimsenmeli iken tam tersi yönünde hareket edilip din, tamamen devletin kontrolüne alınmıştır.

 

         Bu durum gerek dine, gerekse demokrasiye zarar vermiştir. Devlet Türkiye'de imamların maaşını ödeyen, cami yapan, tekke yapan bir kurum haline gelmiş, zamanla sadece bir mezhebin hamisi olarak belirmiştir. Kaçınılmaz son budur ve sistem bu noktada patlamaya başlamıştır. Gelinen noktada ülkede mezhep çatışması en azından fikirsel düzlemde  gün itibariyle ayan beyan ortaya çıkmıştır.

           

              Geç kalınmış değildir. Devlet artık dinden elini tamamen çekmelidir. Hazır yeni anayasa tartışılıyorken bu konunun da ele alınması gerekmektedir.

           

         Aksi halde dini kurumları finanse eden devlet, muktedirleri aracılığı ile dini kullanılması en rahat alan olarak görmeye ve bu anlamda en büyük zararı dine vermeye devam edecek, bu da yetmiyormuş gibi toplumsal kutuplaşmada safların daha bir sertleşmesine sebep olacaktır.

                                                                                             ÖMER KILIÇ