Aşk mı, Yanılsama mı?

Aşk… Hakkında binlerce kitap yazıldı, sayısız film çekildi, şarkılar bestelendi. Ama bir soru hâlâ hepimizin aklında: Neden aşık oluruz? Aşkın başımıza açtığı dertler, getirdiği neşeye gerçekten değer mi?

Kimi “ruh eşi”ni bulduğunu sanır, kimiyse aynı hikâyeyi farklı bedenlerde defalarca yaşar. Kimi aşkı sonsuzluk yeminiyle güvence altına almak ister, kimiyse bu yoğun duygudan kaçar. Oysa aşk ne bir matematik hesabıdır ne de çözülecek bir gizem. Bazen sadece yaşanır.

Bugünlerde çoğumuz, “aşkın nedeni”ni anlamaya çalışıyoruz: Hangi hormon devreye giriyor, çocuklukta yaşadığımız hangi eksiklik bizi birine bağlıyor, sevgilimizde ebeveynimizin izini mi arıyoruz? Belki bunların hepsinde biraz gerçek payı vardır, ama sonunda şunu sormak gerekir: Bunları bilmek, neyi değiştirir?

Asıl mesele, aşkın bize ne öğrettiğidir. Çünkü her aşk, bir yüzleşmedir. Kendimizi açtığımızda hem en güçlü hem de en kırılgan halimizle ortaya çıkarız. Bazen büyük bir canlılık hissi taşır, bazen derin bir hayal kırıklığı. Ama her durumda aşk, bize kendimizi gösterir.

Ne var ki çoğu zaman aşkı koruma çabası, aşkı yavaş yavaş öldürür.

Yüzükler, kilitler, ortak hesaplar… Bunların hiçbiri aşkı garanti etmez.

Tam tersine, özgürlüğü yok eder.

Birini “hep” yanımızda tutmak istediğimizde, o kişiyi bir özne olmaktan çıkarır, bir “şeye” dönüştürürüz.

Ve en sonunda aşk, avuçlarımızın arasından kayan ıslak bir balık gibi elimizden gider.

Gerçek bir ilişki, iki özgür insanın her gün birbirini yeniden seçmesidir.

Zorla değil, mecburiyetle değil, gönüllü olarak…

Birlikteyken de ayrı bireyler olabilmek, çatışmayı doğal görmek, farklılıklarla kalabilmek aşkın en olgun halidir.

Mutlulukla olduğu kadar çatışmayla da derinleşir ilişki. Çünkü her müzakere, yeniden “biz” olma denemesidir.

Aşk, hissedilen bir durumdan çok, eylemlerimizin yankısıdır.

Birlikte geçirilen zaman, paylaşılan anılar, kurulan diyaloglar…

Bunlar içimizde canlılık, merak, yeniden yakınlaşma isteği uyandırıyorsa, işte o zaman gerçekten aşktan söz edebiliriz.

Yoksa sadece “aşık olmayı bekleyen” bir seyirci oluruz.

Birlikte yürümek, birbirine “yol arkadaşı” olmaktır.

Kimse kimsenin acısını tam olarak hissedemez; ama yan yana durabilir, birbirini duyabilir.

Bu yan yanalık bile başlı başına çok değerlidir.

Unutmayın:

Toplumun beklentileri sizin yol arkadaşınız değildir.

Bir ilişkide olmanız gerektiği, ilişkinizin romantik filmlerdekine benzemesi gerektiği ya da yalnızsanız eksik olduğunuz düşüncesi… Bunların hiçbiri size ait değil.

Aşık olmak zorunda değilsiniz.

Ama eğer aşıksanız, bunu da başkalarının tanımlarıyla değil, kendi gerçeğinizle yaşayın.

Çünkü aşk, sonunda hep aynı yere çıkar:

Kendini tanımaya…

Aşkın içinden geçerken sorduğumuz her soru, aldığımız her darbe, hissettiğimiz her coşku bizi kendimize biraz daha yaklaştırır.

Belki de önemli olan “aşık mıyım?” sorusunun cevabı değil, “bu ilişki beni kim yapıyor?” sorusudur.