İnsan gençken bunu hiç düşünmez. Gücü yerindedir, adımları hızlıdır, yarınlar uzun görünür. “Biri bana bakar mı, bir gün elden ayaktan düşer miyim?” soruları akla bile gelmez. Oysa hayat, kimseye sormadan ilerler. Takvim yaprakları sessizce kopar, saçlara ak düşer, dizler eskisi gibi tutmaz olur. İşte o zaman insan acı bir gerçekle yüzleşir: Yaşlanınca herkesin etrafı aynı kalmaz. Toplumda sıkça duyduğumuz bir cümle vardır: “Yaşlanınca kimse bakmaz.” Sert, hatta acımasız bir cümledir ama içinde büyük bir hakikat taşır.
Elbette evlatlar, aile, dostlar vardır; merhametli insanlar her zaman bulunur. Ancak hayatın pratiği bize şunu gösterir: İnsan ne kadar başkasına muhtaç hale gelirse, o kadar yalnızlaşır. Çünkü modern hayat hızlıdır, herkesin derdi kendinedir, kimsenin omzunda fazladan bir yük taşımaya tahammülü yoktur. Eskiden böyle miydi? Büyüklerimiz anlatır. Aynı evde üç kuşak yaşanır, yaşlılar evin başköşesinde otururdu. Onların sözü dinlenir, duası alınırdı. Yaşlanmak bir yük değil, bilgelik sayılırdı. Şimdi ise apartman daireleri daraldı, gönüller daha da daraldı.
Yaşlılık çoğu zaman “bakılması gereken bir sorun” gibi görülmeye başlandı. Bu yüzden elden ayaktan düşmemek hayati bir meseledir. Sadece beden meselesi de değildir bu; aklın, ruhun ve iradenin de ayakta kalmasıdır. İnsan yaşlandıkça kendi işini görebiliyorsa, kendi ayakları üzerinde durabiliyorsa, başkasına muhtaç olmadan yaşayabiliyorsa hem kendine saygısını korur hem de çevresindekilerle ilişkisini daha sağlıklı sürdürür. Elden ayaktan düşmemek için gençlikte atılan adımlar, yaşlılıkta meyve verir.
Bugün yürümeyi ihmal eden, sağlığını önemsemeyen, “nasılsa sonra bakarım” diyenler yarın yataktan kalkmakta zorlanır. Bugün okumayan, düşünmeyen, kendini geliştirmeyenler yarın konuşacak söz, paylaşacak fikir bulamaz. İnsan sadece bedeniyle değil, zihniyle de çöker. Bir de işin manevi tarafı vardır. Kendini tamamen başkalarına bağlayan, hayatını sadece evlatlardan, akrabalardan bekleyen yaşlılar hayal kırıklığına daha açıktır. Çünkü herkesin hayatı kendine ağır gelmektedir. Oysa insan yaşlanınca da üretmenin bir yolunu bulabilmelidir.
Bir bahçeyle, bir kitapla, bir torunla, bir hatırayla, bir dua ile hayata tutunmalıdır. “Kimse bakmaz” cümlesi aslında bir uyarıdır. Kimseye muhtaç olmadan yaşamanın değerini hatırlatır. Bu, bencillik değildir; bilakis hem kendine hem başkalarına merhamet etmektir. Çünkü insan ne kadar güçlü kalırsa, çevresine o kadar az yük olur. Yük olmak istemeyen, ayakta kalmaya çalışır. Elbette yaşlılık saygıyı hak eder, bakım bir insanlık görevidir. Ama hayatın gerçeğiyle yüzleşmek zorundayız. Herkesin her zaman zamanı, gücü ve imkânı olmayabilir.
Bu yüzden insan, ömrü boyunca kendine yatırım yapmalıdır: Sağlığına, aklına, kalbine. Sonuçta yaşlanmak kaçınılmazdır ama düşkün olmak kader değildir. Elden ayaktan düşmemek, insanın hem bugünkü sorumluluğu hem yarınki güvencesidir. Kimseye muhtaç olmadan, kimseyi de kendine mecbur etmeden yaşamak…Belki de yaşlılığın en onurlu hali budur. Yeşilçam filmlerinde yaşlılık ne sadece saçların ağarmasıdır ne de bastonla ağır ağır yürümek…Yaşlılık, bir ömrün gözlerde biriken hikayesidir.
Hulusi Kentmen’in babacan bakışında da Yıldız Kenter’in derin suskunluğunda da aynı hakikat saklıdır: İnsan yaşlanır ama hisleri yaşlanmaz. Hulusi Kentmen, Yeşilçam’da yaşlılığı hep bir sığınak gibi oynadı. Sert görünür, içi yumuşaktır. Evladına kızar ama kapıyı kapatmaz. Hayat onu yormuştur; buna rağmen insanlara küsmemiştir. Onun yaşlı karakterleri, bir dönemin ahlakını ve merhametini taşır. Çatık kaşlarının ardında “kimseye muhtaç olmadan ayakta kalma” çabası vardır. Yaşlılığın onurunu temsil eder Kentmen: Elden ayaktan düşmeden, kimseye yük olmadan yaşamak ister.
Yıldız Kenter ise yaşlılığı başka bir yerden anlatır. Onun canlandırdığı yaşlı kadınlarda vakur bir yalnızlık vardır. Sözünü yükseltmez; acısını bağırarak değil, susarak anlatır. Hayatın haksızlıklarını görmüş, kayıpları omuzlarında taşımıştır. Ama gözlerindeki direniş hâlâ canlıdır. Yıldız Kenter’in yaşlılığı, unutulmuşluğa karşı bir itiraz gibidir. “Ben hala buradayım” der, sesi kısık ama duruşu dimdiktir. Bu filmlerde yaşlılık, seyirciye bir uyarı da yapar: İnsan yaşlanınca kimse bakmaz; asıl mesele yaşlanmadan önce ayakta kalabilmektir.
Yeşilçam’ın yaşlı kahramanları, bugüne seslenir aslında. Çalışmanın, üretmenin, hayata tutunmanın kıymetini hatırlatır. Kimseye yük olmadan, onurunu koruyarak yaşamanın ne demek olduğunu gösterir. Bugün dönüp o filmleri izlediğimizde içimiz burkuluyorsa, sebebi sadece nostalji değildir. O filmler, unuttuğumuz bir değeri yüzümüze vurur: Yaşlıya saygıyı, emeğe vefayı, geçmişe borcu… Hulusi Kentmen’in bir bakışı, Yıldız Kenter’in bir susuşu; bize “yaşlanmak ayıp değil, unutulmak ayıptır” der.