4 Şubat 2013
Saat sabahın yedisiydi, perdelerin açılma sesine uyandığımda. Komşu abla benim odamdaydı. “Senin ne işin var abla, sabah sabah?” dediğimde, “Yarın Konya’ya gideceğiz de…” dedi. “Ne alakası var da sabahın köründe buradasın, hem de benim odamda? Abla kem küm diyordu ama beni ikna edemiyordu.
Gece babamın bana söylediklerini anımsadım. “Kızım ben yarına çıkmayacağım, aklını başına al. Kendini bırakma.” Demişti. Yatağımdan zorlukla kalktım ve kapıya yürüdüm. Komşumuz beni kapıdan geriye çevirmeye çalışıyor, “Orada ne işin var?” diyordu. Lavaboya gideceğimi söyleyerek odadan çıktım, hızla babamın odasına gidip kapıyı açmak istiyordum. Ama komşumuz engel oluyordu. İçerden bir ses “Sevgi bırak kızı, gelsin,” dedi. Kapıyı açtığım da çenesi sarılmış, yatağının içinde babamı gördüm.
Tarih 3 Şubat 1991’di.
Babamla son görüşmemizin tarihi de o gündü. Eğilip öpemediğim, saçını okşayamadığım, beni nasıl bırakıp gidersin diyemediğim, bütün sözleri yuttuğum, boğazıma yumruk yumruk düğümlerin atıldığı gün de o gündü. “Sakın ağlama, hastalığın ilerler”, diyerek sürekli susturulduğum ve sonraki günlerde, yıllarda hep ağlayacağım günlerin arifesi de o gündü.
/
Sistemik hastalığımın devamında gelişen, elimde kapanmayan yaram vardı. Sürekli ameliyathane ortamında biyopsi alınıyordu. Patolojide incelenen parçanın sonucu “Basit kist” geliyordu. Oysa son zamanlarda yaranın şekli değişmişti ve artık antibiyotik tedavileri de sonuç vermiyordu. Bu nedenle ortopedistim çıkan patoloji sonucunu yeterli bulmuyor ve yara yerinden yeniden parça alıyordu. Her parçanın incelenmesi on beş gün sürüyordu.
Bir öğle saatinde patoloji sonucunu öğrenmek için doktorumu telefonla aradım. Doktorum hastalığın adını söylemiyordu. Yalnızca “Gece yola çık, parçada hücre çoğalması var,” diyordu.
Onkoloji hastası olduğum söyleniyordu, sessizce.
Tarih 3 Şubat 2009’du
Bir otobüs koltuğunda ablamla beraber, karların üstünde kayıp gidiyorduk. İstanbul’dan Ankara’ya…
/
Biz Ankara’ya doğru yola çıkarken, ailemizden biri de doğumhanedeydi. Kaya bebeği dünyaya getiriyordu.
Tarih 3 Şubat 2009’du.
Biz ertesi sabah Ankara’da öğrenmiştik Bilgekağan’ın dünyaya “merhaba” dediğini.
Ailede neşe, keder, bilinmezlik aynı anda yaşanıyordu. Ama her kişi anına düşenden payını alıyordu. Bireysel acılarını aralayabildiği kadar gülümsüyordu.
/
Her gün, her ay, her mevsim gibi şubatlar da değişiyor. Acılar, beklentiler de değişiyor.
Ölüm acısının yerini özlem, giden organlarının yerini yürekte tortu alıyor. İçten bir kahkaha atacağınızda o tordu çözülüveriyor. Gülmelerin üstü kapanıyor ve dudak ucu tebessümleri öğreniyorsunuz. Yaşamdan beklentileriniz değişiyor, yaşamın anlamı değişiyor. Hiçbir şey önceki gibi olmuyor.
Oysa doğum…
Değişmeyen, sevinci ve sevgisi her gün artan ise doğumda ki sevinç ve yavrunun sevgisidir.
İyi ki doğdu Bigekağan ve 3 Şubatların hüznü, acısı, sevince döndü.
Ağlamanın yerini kutlama aldı.
Babama ve Bilgekağan’a…
Sevgiyle