Ne oldu bu güzel kent’e?
Bu güzel kent’in güzelliklerine, âlicenap güzel insanlarına?
Bağlarına, bostanlarına, bahçelerine?
***
Hani nerede o kendine özgü kokusuyla kalemi hıyarları, püsküllü, göbekli marulları,
Senenin bu günlerinde oyularak ipliğe dizilen, güneş altında kurutulan kışlık“abraş” Antep Yeşil Biberi nereler gitti?
İki avucu dolduran 300 – 500 gramlık Antep domatesleri; o domateslerle “domates salçası” çıkartan mahir zarif Antep kadınları (avratları),
Mor – kahverengi karışımı kendine özel rengiyle, şekliyle; kadife gibi yumuşacık Antep patlıcanları; o patlıcanları oyup ipliğe saplayarak kurutan güzel eller,
Soğanı, sarımsağı, turpu, havucu…
Bütün bu güzelliklere ne oldu?
***
Eşeğinin sırtındaki mahralara külek dudunu doldurup; küleklerin üstünü ya ceviz yaprağıyla ya da incir (hayir) yaprağıyla kapatarak dut satan insanlara ne oldu;?
“Dutluğumuza” ne oldu?
***
Bağlarımıza:
Bağlarımızın kenarındaki payamlarımıza, sumaklarımıza, içindeki ceviz ağaçlarımıza, incir ağaçlarımıza…
“Dımışkı üzümlerimize, dökülgen üzümlerimize, hönüsü üzümlerimize, kabarcık üzümlerimize…
Eylül sonu Ekim başlarında evlerde başlayan telaşla birlikte şire yapmak için kurulan; büyük şire kazanlarına, üzüm tepelenecek sallara, tepelenmiş üzümleri sıkacak mengenelere…
Ceviz, fıstık, badem sucuklarının saplandığı ipliklere, ipliklerin bağladıkları “sucuk ağaçlarına” “bastık bezlerine” bastığı bezlere malalarla seren o zarif ellere…
Ne oldu?
Kimler yedi bitirdi bütün bu güzellikleri…
Bilen var mı? Teknolojinin ne olduğunu?