İnternette dolaşırken, Müşfik Kenter’in “BİLİYOR MUSUNUZ?” başlığı ile söyleşisini izledim, dinledim.
Bugünkü eğitimimizin ne hallere düştüğünü, veli-öğrenci, öğrenci-veli-okul idaresi ilişkilerini daha doğrusu ilişkisizliklerini ne güzel dile getirmiş.
xxx
Eğitim hep göçte, derslik sayısında görüldükçe, eğitim devlet politikası haline getirilmedikçe, öğretmenleri geçim sağlamak amacıyla ikinci bir işte çalışmak zorunluluğundan kurtarıp, onların özlük haklarını düzeltmedikçe eğitimimiz ülkeler çapında daha da dibe vuracaktır.
Ya eğitimsizliğimiz?...
xxx
Müşfik Kenter diyor ki:
“Biliyor musunuz?
Bu yıl lise 1. sınıfta okuma yazma bilmeyen bir öğrenci var.
Çarpım tablosunu bilmiyorlar. 10 ve katlarıyla çarpma ya da bölme işlemi yaparken bile hesap makinesi kullanıyorlar.
1000 Öğrenciden kütüphaneye üye olanların sayısı 7…
Öğrenci tanıma formlarındaki ‘Çaldığınız müzik aletleri bölümüne’, ‘Radyo, teyp, walkman’ yazan çok sayıda öğrenci var.
Bir öğrenci okula satır getirmekten uzaklaştırma cezası aldı.
Okulda çıkan bir kavgada bir öğrencinin boynu döner bıçağı ile kesildi. 28 dikiş atıldı.
Derste sıkıntı yarattığı için öğretmeni tarafından cezalandırılan öğrencinin aşiret olan ailesi okulu baysı.
Kışın akşam 5’ten sonra kimse sokakta yalnız yürümüyor.
Biliyor musunuz, öğrencilerimizin ‰86’sı sigara, ‰42’si hap kullanıyor.
Okulun etrafında hap satanları, okulda hap kullananları biliyor.
Öğrencilerimizin ‰23’ü ensest ilişki mağduru…
Çoğunun ailesinde kan davası, intihar, boşanma, dayak, kaçma, kaçırma, hapis gibi hikâyeler var.
Bir kız öğrencimizin babası, çocuğundan dayak yediği için okula sığındı.
Sorun çıkardığı için müdürün tartakladığı bir öğrenci mahalleden topladığı tanıdıklarıyla müdürün odasını basıp tehdit savurdu.
Koridorda birbirlerine çarptıkları için kavgaya tutuşan 2 kız öğrencinin okulun önünde yumruk yumruğa dövüştü.
Geçen yıl bir anne kızının saçını boyalı diye okula çağrıldığında, kızını okula koca bulmak için gönderdiğini, bu nedenle de süslenmesi gerektiğini söyledi.
Biliyor musunuz, velilerimizin bir kısmı yoksulluktan 3-4 aile bir odası bir salonu olan bir evi paylaşıyorlar.
Her ay öğretmenler aramızda para toplayıp bir öğrenciye bot, palto veya okul araç gereçleri alıyoruz.
Maddi durumu iyi olan sayılı velilerden biri notlarının hemen hemen hepsi zayıf olan çocuğunun sınıf geçmesi şartıyla akan damımızı onardı.
Kapanış töreninde bayılan bir öğrencinin 2 gündür hiçbir şey yemediğini öğrendik.
Öğrencilerimizden ‰60’ı sağlıksız beslenmeden dolayı hasta, ancak ‰90’ında son model kameralı cep telefonun var.
Biliyor musunuz, veliler toplantılara ocakta yemekleri bırakarak, ayakkabılarının topuğuna basarak, mantolarını omuzlarına atarak geliyorlar.
Çoğu öğretmene nasıl hitap edileceğini bilmiyor ‘Güzelim, hanım kızım, sen, hocaaa, ablası…’ diye hitap ediyor. Sakallı, şalvarlı, cüppeli bir veli yalnızca erkek öğretmenlerle görüşüyor.
Biliyor musunuz, her gün büyük bir çaresizlik ve endişeyle ‘Acaba bugün ne olacak’ diye başlıyorum işime.
Ders anlatırken Atatürk’ün gözleriyle karşılaşmamaya çalışıyorum. 10 Kasım’larda, 29 Ekim’lerde şiir okunurken, marşımızı dinlerken ağladığımda herkes günün anlamına ağladığımı sanıyor. Oysa çaresizliğe ağlıyorum.
Muhtaç olduğu asil kanı uyuşturucuyla zehirleyen öğrencilerimi kurtaramıyorum.
Daha fazla yazamıyorum; yazdıkça yüreğim ağırlaşıyor.”
xxx
Hadi gel de Kenter’e hak verme?