Bir Zamanlar Gidenler İşçiydi, Bugün Gidenler Gençlik

Türkiye’de bugün üniversite sıralarından kalkan birçok genç, mezuniyet cübbesini çıkarmadan bavul hazırlığına başlıyor. Kimi yüksek lisans bahanesiyle, kimi iş teklifiyle, kimi de sadece “umut” aramak için yurt dışının yolunu tutmayı düşünüyor. Bu tablo yeni değil; ama çok daha derin, çok daha düşündürücü.

Yıllar evvel Türkiye’den Almanya’ya giden işçileri hatırlayalım. 1960’lı yıllarda imzalanan iş gücü anlaşmalarıyla binlerce insan “birkaç yıl çalışır dönerim” diyerek trenlere bindi. Ellerinde bir bavul, ceplerinde memleket toprağı… Dil bilmeden, kültürü tanımadan, ağır işlerde çalışmayı göze alarak gittiler. Amaçları basitti: Ev yapmak, çocuk okutmak, borç kapatmak.

O gidenler mavi tulumlarıyla gitti. Bugün gidenler ise diplomalarıyla. Dün Almanya’ya giden işçi, bugün Avrupa’ya, Amerika’ya, Kanada’ya giden mühendis, doktor, yazılımcı, akademisyen oldu. Dün kol gücü göç ediyordu, bugün beyin göç ediyor. Aradaki fark sadece zaman değil; aradaki fark, ülkenin kaybettiği değerin büyüklüğü.

O yıllarda giden işçiler, çoğu zaman dönmeyi planlıyordu. “Biraz para biriktireyim, memlekete döneyim” hayaliyle yaşadılar. Bugünün gençleri ise giderken dönüş planı yapmıyor. Çünkü mesele artık sadece para değil. Çünkü okudukları bölümle iş bulamıyorlar, yıllarca sınavdan sınava koşup sonunda asgari ücretle yaşamaktan korkuyorlar.

Almanya’ya giden işçiler zor şartlarda çalıştı ama bir şey kazandı: Umut. Bugünün gençleri ise umutlarını da bavula koyup gidiyor. Bu daha tehlikeli. Çünkü umut gitti mi, geriye sadece boşluk kalıyor. Bir ülke, en çalışkanını, en üretkenini, en eğitimlisini kaybediyorsa bu sadece bireysel bir tercih değildir; bu toplumsal bir alarmdır.

Bugün havaalanlarında gençlerini uğurlayan ailelerin gözyaşı daha sessiz ama daha derin. Geriye kalanlar ise “Acaba sırada kim var?” sorusuyla yaşıyor. Yeşilçam’da Avrupa’ya giden gençler ve işçi göçü meselesi özellikle 1960’lardan 1980’lere kadar sıkça işlendi. Almanya başta olmak üzere Avrupa’ya gidiş; umut, gurbet, yalnızlık ve hayal kırıklığı temalarıyla anlatıldı.

Aradan yıllar geçiyor, takvim yaprakları değişiyor, kuşaklar yenileniyor. Ama değişmeyen bir gerçek var: Gençlerin Avrupa hayali. Dün bavulunu umutla toplayan dedelerimizin yolculuğu, bugün gençlerin zihninde başka biçimlerde yeniden kuruluyor. O zamanlar tren garlarında başlayan gurbet, bugün havaalanlarında, vize kuyruklarında, dil kurslarında devam ediyor.

1960’lı yıllarda Türkiye’den Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkelerine giden işçiler, “birkaç yıl çalışır döneriz” düşüncesiyle yola çıkmıştı. Çoğu dönmedi. Gurbet kalıcı oldu. O kuşak, yabancı bir ülkede alın teriyle ayakta kalmaya çalıştı; dilini bilmediği, kültürüne yabancı olduğu topraklarda tutunmayı öğrendi. Bugün onların torunları ise bambaşka gerekçelerle aynı coğrafyaya bakıyor.

Yeşilçam filmleri boşuna Avrupa’yı işlemedi. Gurbet Kuşları, Almanya Acı Vatan gibi filmlerde trenle giden gençler, arkada kalan analar, yarım kalan sevdalar anlatıldı. Halit Refiğ’in Gurbet Kuşu filminde göç, sadece mekan değiştirmek değil; kimliğin, aile bağlarının ve değerlerin sınanmasıydı. Bugün gençler bu filmleri belki izlemiyor ama yaşanan hikaye farklı bir biçimde tekrar ediyor.