Bu Savaş Gerekirse Bir daha Bir daha verilir.

İki gün sonra yani 25 Aralık Salı günü Gaziantep’imizin düşman işgalinden kurtuluş seneyi devriyesini kutlayacağız.

Kutlu olsun.

 

***

 

Yazıma büyük kumandan Mustafa Kemal Atatürk’ün 1937 de Gaziantep’imiz için övgülerle dolu bir telgrafının son paragrafıyla başlamak istiyorum.

 

***

 

“Eğer, bir gün millet, vatan ve Cumhuriyetin yüksek menfaatleri icap ettirirse, o çevre kahramanlarının geçmişte olduğundan daha yüksek kahramanlıklar göstermeye amade bulunduklarına da şüphem olmadığı bilinmelidir. Cümlenizin derin ve yıkılmaz güvenle gözlerinizden öperim. 25.12.1937

 

***

 

Mezarında sen rahat uyu büyük Atatürk.

Eğer bir gün bu şehir, bu millet senin vurgulamaya çalıştığın bazı değerlerimizin tehlikeye girmesi halinde – ki; dilerim böyle bir durum asla oluşmaz – yine dişleriyle, tırnaklarıyla bu kentin, bu vatanın bir milimetre karelik toprağını düşmanına, bu vatanın bekasını tehlikeye atacak hiçbir kuvvete boyun eğmeyecektir. 

 

***

 

Belki şu anda Gaziantep de, aslen Antepli azınlıktadır. Olsun. Öyle bir durumda – yine yineliyorum, Allah o günleri bu ülkeye ve Antep’imize bir daha yaşatmasın. -  şu anda Antep’te olan Antepliler de yetecektir.

Hiç kimsenin bundan kuşkusu olmasın.

Hiç kimsede böyle bir hevese kapılmasın.

 

***

 

Antep’imizin, halen atmosferinde buram buram bu kentin kurtuluşu için şehit düşmüş atalarımızın, dedelerimizin kanları kokmakta.

Ve cümlesinin ruhları şad olsun.

 

***

 

Çok küçüktüm. Herhalde ilkokula dahi gitmiyordum. Anneannemlerin evleri Hüseyin Paşa Camii’nin bitişiğinde ki çıkmazda, caddeye tamamen hâkim köşklü bir evdi. O gün ya bilerek anneannemlere gönderilmiştim ya da tesadüfen oradaydım.

Bir iki günden beri kar yağmıştı ve halen devam ediyordu.

Birden caddeden atların nal sesleri, silah sesleri,  naralar gelmeye başlamıştı.

Köşkün penceresine koşarak caddeye bakmaya başladım. Çeteler atların sırtında ellerinde tüfekleri geçiyorlar…

Kar yağıyor, soğuk. Ama kimsenin aldırdığı yok. Bir kağnının içende sembolik olarak yaralı (üzerleri kımızı boyanmış, belki de gerçek kan bilemiyorum) çeteler. Yanlarında onlara yardımcı olmaya çalışan başka birileri.

Halay çeken gençler ve onların arkasında Antep…

Büyük bir coşku yaşanıyor.

 

***

 

Herhalde nineme “ bu ne ki?” diye sormuş olacağım, ninem oğul bu gün Antep’in kurtuluş günü…

Antep’ in kurtuluş günü…

Ben “kurtuluşun” ne olduğunu bile bilmiyorum. Antep’in kurtuluş gününün ne olduğunu nasıl bileyim.

Ama o günün ne kadar önemli bir gün olduğunu çok geçmeden öğrendim.

Anneannem cahil, okumamış, ancak tam bir “Osmanlı Kadınıydı” dilinin döndüğünce anlatmaya çalışmış; “Antep’in gâvurun elinden alınışı” demekten ileriye gidememişti.

***

 

 Sanıyorum eve geldiğimde babam rahmetliğe sordum ve babam bana anlayabileceğim bir tarzda anlatmıştı.

Hatta – ta o zamandan kalmıştır hatırımda – bostan arasında (evimizin olduğu sokağın bitiminde bostanlar başlardı.) Oraya nedenini bilemiyorum “bostan arası” denirdi. Antep ‘in Fransızlar tarafından işgali sırasında babamda çocukmuş. Bostan arasında yani bostanların içinde diğer çocuklarla oynarken; Fransızlar varlıklarını kanıtlamak için günlük olara birkaç kere bir iki top mermisi fırlatırlarmış. Top sesini duyar duymaz evlerimize kaçışırdık demişti.

 

***

 

Günümüzde ne bostan kaldı, ne bostan arası…

Ama vatanını seven, bu vatan için canını seve seve feda eden asil Türk milleti oldukça bu toprakların bir milimetre karesine halel gelmez.

 

***

 

Ne mutlu Türküm diyene…

Ne mutlu Antepliyim diyene…