Düşen Enflasyon Nerede, Biz de Oraya Taşınalım!”

Son günlerde sıkça duyduğumuz bir cümle var:

“Enflasyon düşüyor.”
Her açıklamada umut pompalayan bir ton, her cümlede bir rahatlama mesajı...
Ama bu mesajlar ne emeklinin mutfağına, ne asgari ücretlinin cebine uğruyor.
Emekli yıllarca çalıştı, çabaladı, vergi verdi. Bugün aldığı maaş, bir ayı bırakın, yarım ayı zor çıkarıyor. Dışarı çıkmaya korkar hale geldi, çünkü çarşı pazarda etiketler adeta yarışta. Süt, peynir, zeytin… Lüks değil, temel ihtiyaç. Ama fiyatlar temel değil, zirvede.
Asgari ücretli desen ayrı dert. Günün yarısından fazlasını çalışarak geçiriyor ama ayın sonunu getiremiyor. Elektrik, doğalgaz, kira, mutfak derken, geriye ne umut kalıyor ne de enerji. “Asgari” bir yaşam bile artık çok görülüyor bu ülkenin çalışkan insanına.
Peki bütün bunlara rağmen enflasyon nasıl düşüyor?
Kağıt üzerinde.
Rakamlarla.
Formüllerle.

Ama kimse çıkıp şunu sormuyor:
Bu ülkede enflasyon düşerken, halk neden hâlâ dibe batıyor?

Ekonomi, sadece grafiklerden, tablolarla çizilen iyimserlikten ibaret değildir. Gerçek ekonomi, pazardaki domatesin fiyatıdır. Maaşın ne kadar dayanabildiğidir. Sofraya ne koyabildiğindir.
Emeklinin pazarda "yarım kilo alayım" demesi bir istatistik değildir; bu ülkenin gerçeğidir.

Yetkililer ekranlardan umut dağıtırken, halk karanlıkta fatura hesaplıyor. Raflar şişiyor ama cepler boşalıyor. Ve biz hâlâ düşen enflasyonu arıyoruz.
--
Sonuç mu?
Eğer bu ülkede gerçekten bir şeyler düşüyorsa, o da halkın alım gücüdür, sabrıdır, umududur.
O yüzden sormadan edemiyoruz:
"Enflasyon düşüyorsa, biz neden her geçen gün biraz daha eziliyoruz?"
Belki de artık rakamlar değil, insanlar konuşmalı.