Görmeye Cesaret Etmeyen, Sevmeye Layık Değildir

Sabahattin Ali’nin sözü, aslında ilişkilerin en çıplak gerçeğini gözler önüne seriyor:

‘’İnsanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyor.’’

Tanımaya Cesaret Etmemek

Bir insanı gerçekten tanımak; sabrın, zamanın, çabanın ve cesaretin işidir. Çünkü tanıdıkça hayal kırıklıkları, beklentilerin kırılması, farklılıkların ağırlığıyla yüzleşmek vardır. O yüzden çoğu kişi tanımak yerine ‘’yüzeysel’’ kalmayı seçiyor. Göz göze bakmayı bile zor bulan, kalpten konuşmaktan kaçan, en fazla fotoğrafla varlığını ispat etmeye çalışan insanlarla dolu etrafımız.

Çarpıştıkça Anlamak

İlişkilerde de bu durumun yansımasını görüyoruz. İnsanlar birbirilerine gerçek anlamda yaklaşmak, kalplerinin derinliklerine dokunmak yerine, ancak bir tartışma çıktığında, bir kriz yaşandığında, bir yanlış anlaşılma olduğunda ‘’ karşısındaki insanın varlığını’’ fark ediyor. Sanki hayat, sevgiyi değil de çarpışmayı öğretmiş gibi. Oysa gerçek bağ, kavga ederek değil, anlayarak kuruluyor.

Zahmeti Göze Almak

Birini tanımak zahmetli, evet. Ama o zahmete katlanmadıkça sevgi yüzeyde kalıyor. İlişkiler, sadece ‘’yan ayana olmak’’ değil; birbirini anlamaya çalışmak, korkularını, acılarını, hayallerini paylaşmaktır. Kör gibi dolaşmak yerine, gözlerimizi gerçekten açıp bakabilmek gerekir. Çünkü görmek cesaret ister.

İlişkiler, ancak tanımaya cesaret ettiğimizde derinleşir. Yoksa hep körler gibi çarpışır, kırılır, dağılır sonra da yalnızlığımıza döneriz.

Gerçek sevgi, zahmeti göze alabilenlerindir.

Ama işte çoğu insanın cesareti yok. Tanımak yerine korkakça kaçmayı, yüzleşmek yerine maskelenmeyi, sevmek yerine tüketmeyi ve itmeyi seçiyor. Kör gibi dolaşıp çarpışarak varlık göstermeye çalışıyor. O yüzden bu çağda sevgiler kısa, dostluklar sığ, ilişkiler yarım kalıyor. Çünkü kimse kimseyi gerçekten tanımaya değer bulmuyor.