Psikoloji kitapları rafları süslerken, psikiyatri reçeteleri hayatı uyuşturuyor. Ve biz, duygularımıza isim takıp, onları kodlayıp, sonra da kendimizi o kodlara sığdırıyoruz. ‘’Ben anksiyeteyim,’’ ‘’ben bağlanma sorunu yaşayan biriyim,’’ ‘’ben borderline’ım.’’
Gerçekten öyle miyiz, yoksa kendimizi böyle adlandırdıkça orada kalmaya mı yeminliyiz?
Çünkü iyileşmek cesaret ister. O cesaretin yerine terapi koltuklarında kendimizi avutuyoruz. İçimizi açmak değil, içimize dokunulmazlık kazanmak istiyoruz.
Konuşuyoruz, anlatıyoruz, analiz ediyoruz ama hiçbir şeyi yaşamıyoruz. Yüzleşmek yerine çözüm arıyoruz, oysa bazı şeylerin çözümü yok; kabulü var, yasını tutması var. Ve bu yasın da bir süresi var.
İyileşmek, sadece konuşmakla olmaz. İyileşmek, can acıtarak olur. Gerçeklerle yüzleşerek, aynaya bakarak, sorumluluk alarak olur. Ama biz iyileşmekten çok, o acıyı konuşmanın çevresinde dolanmayı seviyoruz. Kırıldığımız yerde bekleyip, neden iyileşemediğimize şaşırıyoruz üstüne.