KÜRESEL DENGESİZLİK

Küresel Ekonomide Dengesiz Bir Dönemin Eşiğinde

Son yıllarda dünya ekonomisi, küresel ölçekte artan gelir eşitsizliği, dış ticaret dengesizlikleri, sermaye akımlarındaki oynaklık ve borç yüklerinin yeniden tırmanmasıyla belirginleşen bir dengesizlik dönemine girmiştir. Küresel dengesizlikler, yalnızca ekonomik göstergelerdeki farklılıklardan ibaret değildir; aynı zamanda ülkeler arasındaki üretim, tüketim, tasarruf ve yatırım davranışlarının giderek daha fazla ayrışması anlamına gelir. Bu durum, dünya ticaret sisteminin sürdürülebilirliği, para politikalarının etkisi ve finansal istikrar açısından ciddi soru işaretleri doğurmuştur.

Pandemi sonrası toparlanma süreci, birçok ülkede iç talebi canlandırmış; ancak üretim kapasitesi, enerji arzı ve tedarik zinciri kısıtlarıyla karşı karşıya kalan dünya ekonomisinde arz-talep dengesizlikleri belirginleşmiştir. Aynı dönemde gelişmiş ekonomiler genişleyici mali politikalarla büyümeyi desteklerken, gelişmekte olan ülkeler dış finansman maliyetlerinin artması ve döviz rezervlerinin erimesiyle kırılgan bir zemine sürüklenmiştir. Bu tablo, küresel dengesizliklerin sadece bir konjonktürel sapma değil, yapısal bir sorun haline geldiğini göstermektedir.

Küresel Dengesizliklerin Kaynakları: Ticaret, Finans ve Gelir Dağılımı

Küresel dengesizliklerin en önemli göstergelerinden biri, bazı ülkelerin sürekli cari fazla, bazılarının ise kalıcı cari açık vermesidir. Örneğin, Almanya, Japonya ve Çin gibi yüksek tasarruf oranlarına sahip ekonomiler uzun yıllardır dış ticaret fazlası verirken, ABD gibi yüksek tüketim eğilimine sahip ekonomiler dış açıkla büyümeyi sürdürmektedir. Bu durum, dünya ticaretinin bir kısmını “dengeleyici” olmaktan çıkarıp “aktarıcı” bir mekanizmaya dönüştürmüştür: fazla veren ülkeler sermaye ihracatı yaparken, açık veren ülkeler borçlanarak tüketimlerini finanse etmektedir.

Bu yapısal dengesizlik, küresel finansal sistemde de yankı bulmaktadır. Sermaye akımları, üretimden çok spekülatif kazançların peşine düşmüş, gelişmekte olan ülkelere yönelen kısa vadeli fonlar ekonomilerin kırılganlığını artırmıştır. 2008 küresel finans krizinde olduğu gibi, bu tür dengesizlikler sistemik riskleri büyütmekte, bir ülkedeki finansal sarsıntının hızla diğer ülkelere bulaşmasına neden olmaktadır.

Gelir dağılımındaki eşitsizlik de küresel dengesizlikleri besleyen bir diğer faktördür. OECD verilerine göre, son 30 yılda küresel servetin %70’inden fazlası nüfusun yalnızca %10’luk kesimi tarafından kontrol edilmektedir. Bu eşitsizlik hem iç talebin yapısını bozmakta hem de sosyal adalet ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerini zayıflatmaktadır. Zengin ekonomilerde biriken sermaye, düşük maliyetli üretim merkezlerine kayarken; emek yoğun sektörlerdeki ülkeler rekabet baskısı altında kalmaktadır. Bu da “kazanımların kutuplaştığı” bir küresel düzenin doğmasına yol açmaktadır.

Enerji, Teknoloji ve Jeopolitik Unsurların Rolü

Küresel dengesizlikleri yalnızca ekonomik parametrelerle açıklamak yeterli değildir; enerji ve teknoloji alanındaki güç yoğunlaşması da bu tablonun önemli bir parçasıdır. Enerji ithalatçısı ekonomiler, yüksek enerji fiyatları karşısında dış açıklarını büyütürken; ihracatçı ülkeler enerji gelirleri sayesinde cari fazlalarını artırmaktadır. Bu dengesizlik, enerji geçiş süreciyle birlikte yeni bir boyut kazanmıştır. Fosil yakıt üreticisi ülkeler enerji gelirlerine bağımlılığını sürdürürken, yeşil dönüşüm yatırımlarını hızla artıran gelişmiş ülkeler yeni rekabet alanları yaratmaktadır.

Buna paralel olarak, dijitalleşme ve teknoloji tekellerinin küresel gelir dağılımını yeniden şekillendirdiği görülmektedir. Gelişmiş ekonomilerde yerleşik teknoloji devleri hem üretim hem de veri kontrolü üzerinden küresel kazançların büyük kısmını elde etmektedir. Bu durum, dijital uçurumu derinleştirirken, gelişmekte olan ülkelerin sanayi dönüşümünü de yavaşlatmaktadır.

Jeopolitik gerilimler de küresel dengesizlikleri artıran bir diğer faktördür. ABD-Çin rekabeti, Avrupa’nın enerji arz güvenliği endişeleri, Orta Doğu’daki çatışmalar ve Afrika’da borç krizleri, küresel tedarik zincirlerinin yeniden şekillenmesine neden olmaktadır. Bu süreçte ülkeler “stratejik özerklik” arayışına girerken, bölgesel bloklaşmalar yeni ekonomik kutuplaşmaları beraberinde getirmektedir.

Politika Tepkileri ve Küresel Koordinasyonun Zorlukları

Uluslararası kuruluşlar, özellikle IMF ve Dünya Bankası, uzun süredir küresel dengesizliklerin azaltılması için koordineli politika adımlarının önemine vurgu yapmaktadır. Ancak ulusal çıkarların ön planda olduğu bir dönemde, bu tür koordinasyon mekanizmaları giderek zorlaşmaktadır. Gelişmiş ülkeler, iç ekonomik baskılar nedeniyle genişleyici politikaları sürdürürken; gelişmekte olan ekonomiler mali disiplin ve döviz istikrarı arasında sıkışmaktadır.

Para politikası cephesinde de farklılaşma artmıştır. ABD Merkez Bankası (Fed) faiz artırımlarıyla küresel likiditeyi daraltırken, Avrupa Merkez Bankası (ECB) ve Japonya Merkez Bankası (BoJ) daha temkinli adımlar atmaktadır. Bu farklılaşma, döviz kurları üzerinde baskı oluşturmakta ve gelişmekte olan ülkelerde sermaye çıkışlarını hızlandırmaktadır.

Ayrıca, iklim finansmanı, dijital ekonomi vergilendirmesi ve küresel asgari kurumlar vergisi gibi konularda da ortak zemin arayışı sürmektedir. Ancak ülkeler arası çıkar çatışmaları, bu reformların uygulanabilirliğini zayıflatmaktadır. Dolayısıyla, küresel dengesizliklerin giderilmesi yalnızca teknik değil, aynı zamanda siyasi bir uzlaşı meselesidir.

Sonuç: Yeni Bir Küresel Denge Arayışı

Küresel dengesizlikler, modern dünyanın en karmaşık ekonomik sorunlarından biri haline gelmiştir. Dış ticaret dengesizliklerinden finansal kırılganlıklara, gelir eşitsizliğinden enerji bağımlılığına kadar uzanan bu tablo, dünya ekonomisinin sürdürülebilir büyüme modelini sorgulamaya açmaktadır.

Bu nedenle, küresel ekonomide daha dengeli bir düzenin kurulabilmesi için ülkelerin üretim kapasitelerini çeşitlendirmesi, dışa bağımlılığı azaltması, finansal regülasyonlarını güçlendirmesi ve gelir dağılımında adaleti sağlaması gerekmektedir. Uluslararası ticaret sisteminin yeniden yapılandırılması, yalnızca büyük ekonomilerin çıkarlarını değil, gelişmekte olan ülkelerin kalkınma hedeflerini de dikkate alan kapsayıcı bir yaklaşımla mümkün olabilir.
Sonuçta, küresel dengesizliklerin azaltılması; ekonomik istikrarın, sosyal adaletin ve sürdürülebilir büyümenin ortak zeminde buluşmasını gerektirir. Aksi takdirde, küresel sistem biriken dengesizliklerin baskısıyla giderek daha kırılgan, daha parçalı ve daha adaletsiz bir yöne evrilecektir.

ZAFER ÖZCİVAN

Ekonomist-Yazar