Modern çalışma hayatının en temel çelişkilerinden biri, üretimle sağlığı aynı potada eritememek olmuştur. Her ne kadar iş güvenliği yasaları, koruyucu ekipmanlar ve denetim mekanizmaları gelişmiş olsa da “meslek hastalıkları” denilen sessiz tehdit, çalışma yaşamının en ağır ve kalıcı sorunlarından biri olmaya devam ediyor. Sanayi devriminden bu yana milyonlarca emekçinin hayatını etkileyen bu olgu, bugün hâlâ dünyanın dört bir yanında ekonomik büyümenin görünmeyen maliyetini temsil ediyor.
Görünmez Bir Halk Sağlığı Sorunu
Meslek hastalığı, bir kişinin yürüttüğü işin niteliği nedeniyle uzun süreli maruziyet sonucu ortaya çıkan ve doğrudan işle ilişkili sağlık bozuklukları olarak tanımlanıyor. Gürültü, toz, kimyasal madde, radyasyon, titreşim, yüksek stres, kötü ergonomi veya psikososyal baskılar, zaman içinde vücudu yavaşça yıpratıyor. Örneğin, madencilerde görülen pnömokonyoz (akciğer toz hastalığı), fabrika işçilerinde sık rastlanan işitme kaybı veya ofis çalışanlarında gelişen kas-iskelet sistemi bozuklukları, her biri kendi alanının görünmez gerçeği olarak karşımıza çıkıyor.
Dünya Sağlık Örgütü’ne göre her yıl milyonlarca kişi iş nedeniyle hastalanıyor, yüz binlercesi ise bu hastalıklar sonucu yaşamını kaybediyor. Türkiye’de ise resmi kayıtlara geçen meslek hastalığı sayısı, gerçek tabloyu yansıtmaktan oldukça uzak. Çünkü birçok vaka ya “normal hastalık” olarak değerlendiriliyor ya da tanı sürecinin karmaşıklığı nedeniyle kayıt altına alınamıyor. Bu durum, yalnızca işçinin değil, toplumun genel sağlık politikasının da eksik bir ayağı olduğunu gösteriyor.
Neden Az Görülüyor?
Meslek hastalıklarının görünmezliğinin temel nedeni, çoğu zaman yavaş seyirli ve gecikmeli ortaya çıkmalarıdır. Örneğin, kimyasal bir maddeye maruziyetin etkisi yıllar sonra kansere yol açabilir. Gürültüye bağlı işitme kaybı da benzer şekilde birikimli bir süreçtir. Bu nedenle, çalışan işini değiştirdiğinde veya işten ayrıldığında hastalığın kaynağıyla bağı zayıflar ve tanı koymak güçleşir.
Bir diğer neden, işverenlerin ve hatta bazen çalışanların konuyu yeterince ciddiye almamasıdır. “Biraz öksürükten bir şey olmaz” ya da “işin doğasında var” gibi kabullenici yaklaşımlar, hastalıkların erken tanı ve önleme aşamasında büyük engeller yaratır. Ayrıca, meslek hastalığı tanısının konulması durumunda işverenin hukuki sorumluluğu devreye girdiği için bazı vakalar bilinçli olarak gizlenir ya da raporlanmaz.
Ekonomik ve Sosyal Yansımalar
Meslek hastalıklarının sadece bireysel değil, aynı zamanda ekonomik bir maliyeti de vardır. Uzun vadeli iş gücü kaybı, üretkenliğin azalması, sağlık harcamalarının artması ve sosyal güvenlik sistemine binen yük, ülkelerin ekonomisini doğrudan etkiler. Çalışan sağlığına yapılan yatırım, aslında uzun vadede ülke refahının teminatıdır. Çünkü sağlıklı çalışan, verimli üretim ve sürdürülebilir kalkınma demektir.
Türkiye’de Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) verilerine göre, iş kazalarına kıyasla meslek hastalıkları kaynaklı tazminat başvuruları oldukça düşük. Oysa gelişmiş ülkelerde her 100 iş kazasına karşılık 50 civarında meslek hastalığı tespit edilirken, Türkiye’de bu oran 100’de 1’in bile altındadır. Bu fark, yalnızca tanı sisteminin yetersizliğini değil, aynı zamanda bir “farkındalık eksikliğini” de ortaya koymaktadır.
Psikososyal Riskler ve Yeni Nesil Tehditler
Eskiden meslek hastalıkları denildiğinde akla tozlu maden ocakları, kimyasal buharlar ya da ağır metal maruziyeti gelirdi. Ancak günümüzde tablo çok daha genişledi. Dijitalleşme, ofisleşme ve uzaktan çalışma biçimleri, yeni tür riskleri beraberinde getirdi. Sürekli ekran karşısında çalışma, hareketsizlik, dijital stres, tükenmişlik sendromu ve uyku düzensizlikleri artık modern dönemin meslek hastalıkları arasında yer alıyor.
Özellikle beyaz yaka çalışanlarda gözlenen “işe bağlı anksiyete” ve “kronik stres” bozuklukları hem fiziksel hem de ruhsal sağlığı tehdit ediyor. Uzun süreli stresin kalp-damar rahatsızlıklarına zemin hazırladığı biliniyor. Bu nedenle günümüz iş sağlığı politikaları artık yalnızca fiziksel korumayı değil, psikolojik iyilik halini de kapsamak zorunda.
Korunma Kültürünü Geliştirmek
Meslek hastalıklarının önlenmesinde en etkili yöntem, “önleyici yaklaşım” kültürünün yerleşmesidir. Bu da yalnızca mevzuatla değil, eğitimle mümkündür. Her çalışanın kendi işine özgü riskleri bilmesi, koruyucu ekipmanları doğru kullanması ve erken uyarı belirtilerini fark edebilmesi gerekir. İşverenler açısından ise düzenli sağlık gözetimi, risk analizleri ve işyeri ortam ölçümleri hayati önemdedir.
Devletin bu süreçteki rolü ise hem denetim hem de rehberlik boyutundadır. Sadece ceza kesen değil, aynı zamanda yol gösteren bir iş sağlığı politikası hem çalışan hem de işveren nezdinde daha sürdürülebilir sonuçlar üretir. Ayrıca meslek hastalıklarının tanı süreçlerini kolaylaştıracak merkezlerin yaygınlaştırılması, kayıtların dijitalleştirilmesi ve sektör bazlı risk haritalarının oluşturulması büyük katkı sağlayacaktır.
Sonuç: Sağlık, Üretimin Görünmeyen Temeli
Bir toplumun üretim gücü, o toplumun çalışanlarının sağlığı kadar güçlüdür. Meslek hastalıkları, yalnızca bireyin değil, ekonominin, sosyal adaletin ve insan onuruna yakışır çalışma kültürünün de bir göstergesidir.
Bugün meslek hastalıklarını görünür kılmak, aslında insan emeğine değer vermenin en somut biçimidir. Çünkü sağlıklı bir işçi, sadece kendi geleceğini değil, ülkesinin üretim geleceğini de taşır. Bu nedenle, çalışma hayatında en büyük yatırım; makinelerden, binalardan ya da sermayeden önce, insanın kendisine yapılmalıdır.
Ve belki de asıl mesele, şu basit gerçeği yeniden hatırlamaktır: Hiçbir üretim, insan sağlığından daha değerli değildir.
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar