Oysa mutluluk, hep dışarıda aradığımız ama içimizde sessizce duran bir haldir aslında. Bazen bir fincan kahvede, bazen bir yürüyüşte, bazen sadece ‘’bugün de iyiyim’’ diyebilme cesaretindedir.
Mutlu olmak, dünyayı değiştirmeye değil, kendinizi duymaya çalışmaktır. Sabah güneşini izleyin, gökyüzünün renk değiştirişini, bir serçenin telaşını, suyun yüzündeki halkayı fark edin mesela. Çünkü basit olan şeyleri görebilmek, kalbin yavaşça iyileşmesidir.
Kin tutmayın örneğin. Bazı şeyleri affedemeseniz bile, içinizde taşımamayı seçin. Çünkü mutsuzluğun çoğu, biriktirilen duygulardan yapılır. İnsan kalbini hafif tuttuğu kadar yürüyebilir bu hayatta. Ve bazen bırakmak; kaybetmek değil, özgürleşmektir.
Kendinizi tanımaya çalışın. Ne istediğinizi, neye dayanamadığınızı, hangi sessizlikte kaybolduğunuzu. Çünkü bir insan kendi duymadan başkasını anlayamaz. Mutluluk da tam orada başlar; insan kendi iç sesiyle dost olabildiğinde.
Sevginizi gösterin.
Bir tebessümle, bir teşekkürle, bir ‘’iyiki’’yle…
Karşılık beklemeden, sevmenin kendisini yeterli görerek. Çünkü bazen birinin hayatında çiçek açmak, sadece su vermek kadar kolaydır. Ve sevgi gösterildikçe çoğalır.
Elbette üzülün de. Ama her düşüşte anlam arayın. Biliyorum ki bazı kırıklar insanı eksiltmez, aksine şekillendirir. Tıpkı Kintsugi sanatında olduğu gibi, kırıldığın yer altınla onarılır bazen. Acının bile estetiği vardır; yeter ki onu inkâr etme.
Mutluluk kimse tarafından verilmez, senin tarafından seçilir. Her sabah yeniden doğar insan, eğer kendini yeniden seçmeye cesareti varsa.