ÖĞRETMENLİĞİM 3

Ticaret lisesinin son sınıfında okuyan bir öğrencinin, çalışkan ve fakir oluşu dikkatimi çekmişti. Bu çocuk Şanlıurfa’nın bir köyündendi.

 Okulu bitirince, yükseköğrenimini yapamayacağını söylediğinde, kendisini tatil aylarında, Organize Sanayi Bölgesinde bir fabrikaya girmesini sağlamış, biraz harçlık biriktirmesini istemiştim.

            Marmara Üniversitesi’ne girmiş olduğundan, her ay para gönderirdim. Eğitimini bitirmiş; mastırını yapmış ve de Doktorasını tamamlayarak dalında Dr. ünvanlını almıştı.

            Evlendi. Bir oğlu oldu. Birkaç kere karısı ile arası açılıp, boşanma raddesine gelince, rahmetlik eşimi alır, İstanbul’a gider, kızın ailesine ricada bulunarak barışmalarını sağlardım.

            Muhasebe bürosunu bırakıp, kadın iç çamaşırı imalatıyla uğraşmaya başlamıştı.

            Evladım gibi gördüğümden, kendisine İstanbul’daki evimi satması için vekâletname vermiştim. Ev merkeze uzak ve çok küçüktü. Satıp birazda üzerine koyabilirsem daha iyisini alacaktım.

            Meğer işi bozulmuş, borçlarını ödemek için evi satmış.

            Sonradan öğrendim, boşanmış, Rusya’daymış.

            Onu bir evlat olarak görmüştüm. Annesinin kırık kolunun tedavisi için Isparta’daki hastaneye göndermiş; babasının rahatsızlığını Amerikan hastanesine yatırarak, tedavisini sağlamıştım. Onlar ailemin bir parçasıydı, benim için.

            Güvendiğim bu öğrencimin, nankör çıkacağı, aklımın ucundan bile geçmezdi.

            ***

            Genellikle müfettişler, sınıfa girince, öğretmenin sınıf defterine ve tahtaya konuyu yazıp yazmadığına bakar. Ben kırk dakikalık bir ders için zaman kaybetmemek amacıyla sınıf defterini, konuyu işledikten ve dersten çıkış zili çaldıktan sonra yazardım.

            Sonra, bir müfettişin, en az bir öğretmen kadar bilgili olmasını beklerdim.

Bunu ölçebilme için yaptığım şu olaya bakar mısınız?

            Lise ikinci sınıflarda ekonominin yanı sıra sosyoloji konuları da işlenirdi. Din Sosyolojisini işlerken sınıfa müfettiş giriverdi.

            Ben konuyu yanlış anlatmaya başladım. Sınıfta, sonradan okul birincisi olan bir öğrencim vardı. Yerinde duramadığını, yanlışımı söylemek istediğini görüp anlayınca, kaş-göz işaretiyle susmasını sağlamıştım.

            Zil çalmaya beş dakika kala, dersi bağlayıp müfettişe sözü bırakmıştım. Müfettiş, bazı öğrencilere sorular sordu. Birinden cevap alamayınca “Bak öğretmenin, ne güzel dersini işledi. Neden dinlemiyorsun” gibi sözler söylemişti.

            İşte bunun için bir müfettiş, en az öğretmen kadar konulara hâkim olmalı diyordum.

            ***

            Yanılmıyorsam VI. Sınıfta ders veriyordum. Kapı açıldı, elinde bir çanta olan bir kişi girdi. Tokalaşırken bana yüksekçe bir sesle, müfettiş olduğunu söyleyince, yüksek ses beni rahatsız etmiş bende, daha yüksek bir sesle Meslek Dersleri Öğretmeni Orhan Yalkın olduğumu söylemiştim..

            Adam, inanın ürkerek sınıfın arkasına geçip, bir sıraya oturmuştu.

            Bir müfettiş, bir öğretmenin dersine iki kere girer.

            Birkaç gün sonra bir sınıfta ders işlerken kapı çalınmıştı. Kapıyı açtığımda, hademenin bana “müsaitseniz, müfettiş gelecek” sözüne “Buyursun” dediğimi anımsıyorum.

            ***

            Edebiyat diye ders okutulur ama Türkçe üzerinde durulmazdı. Bu yüzden öğrenciler Fuzuli’yi bilir ama meramını anlatacak kadar Türkçe bilmezdi.

            Ekonomi Dersine girdiğim günlerde öğrendim, öğrencilerin bu halini. Birçok öğrencimin yazılı kağıtlarını okurken, yazdıklarını anlayabilmekte güçlük çekerdim; ne nokta, ne virgüle rastlar ne de cümlenin başı sonu belli olurdu.

            Bu konunun düzeltilme yollarından biri de kitap okumak olduğuna inandığımdan, branşım meslek dersleri olduğu halde, derslerine girdiğim sınıflarda öğrencilerimin her birine bir kitap okumasını mecbur tutar ve takip ederdim.

 

                                                                                             Orhan YALKIN