Osmanlı’da Berâyâ- Reâyâ Ayrımı

 

Terim olarak Osmanlı toplumunun genel yapısını betimleyen berâyâ- reâyâ ya da başka bir deyişle yönetenler-yönetilenler ikilisi aslında halkın bütününü ifade etmektedirler.

a. Berâyâ;

Yönetici sınıfı oluşturan berâyâ kesiminin özelliği yalnızca Müslümanlardan oluşması ve her tür şer’i ve örfi vergi yükümlülüğünün dışında tutulmasıdır. Bu kesim gelişleri yönünden, tıpkı devletin hukuk düzeni gibi “ehl-i Şer” ve “ehl-i örf” olarak farklılık gösterir.

Ehl-i Şer bölümünü, Müslüman kökenli ailelerden gelen İlmiye ricâli ile imam, hatip, müezzin gibi din görevlileri, medreseden icâzet almış müderris, kadı ve mevâli, tekke şeyhleri ve devlet kalemlerinde yetişmiş Kalemiye hâcegânı oluşturur.

Ehl-i örf denilen kısım (genellikle devşirme çocuklar) Hazırlık Saraylarında ve Enderun Mektebinden yetişerek gelirler ve devletin en yüksek makamı olan sadrazamlığa kadar yükselebilirler. Ehl-i Şere tanınmış olan vergi bağışıklığı, kazasker tarafından yargılanma gibi ayrıcalıklar tanınmıştır. Ancak Ehl-i örf için bütün bu ayrıcalıkların ağır karşılıkları vardır. Örneğin örfî hukuk karşısındaki işledikleri kusur ve suçlara azil, sürgün gibi ağır cezalar verilmektedir. Üstelik seferlerde bu cezalar daha da arttırılarak idam cezası verilirdi. Diğer taraftan ölümlerinde bütün mal varlıklarına devletçe el konuyordu. Bu işlemin hukukî dayanağı çoğunlukla ya devşirmelikten, ya da kırsal kesimden gelerek başka bir deyişle parasız, pulsuz olarak başladıkları devlet hizmetinde edindikleri mal varlıklarının yine devlete ait olması gerektiği görüşüdür.

b. Reâyâ;

Reâyâ ise toplumun geri kalan büyük kısmıdır. Reâyânın büyük bölümü irsî ve daimî kiracı konumunda tarımla uğraşan Müslim ve zimmî devletin zimmetinde, yani koruması altında bulunan hür gayrimüslim ahaliden oluşurdu. Bununla beraber on dört ve on altıncı yüzyıllar arasında reâyâ tabiri toprağı bizzat ekip biçen çiftçi kesimi için kullanılır, tasarruf hakkına sahip olduğu toprağı kiralayan ya da ortağa veren şehirliler için kullanılmazdı. On sekizinci yüzyıldan sonra ise daha ziyade “Müslüman olmayan ahali” biçiminde anlaşılmaya başlandı.

Reâyânın büyük bölümünü oluşturan köylüler, aşağı-yukarı bir çift öküzle işlenebilen toprağın bir yıllık kira bedelini tapu resmi adı altında ödemek ve belli ölçülerde tohum etmek zorundaydı. Öngörülen kadar tohum ekmemişse, belirli tutarda ceza ödemekle yükümlüydü. Ayrıca oranı belli olan öşüe ve yem vergisi ödeme zorunluluğu da vardı.

Osmanlı köylüsü yani reayanın büyük bölümü, bir dizi ayni, nakdi ve bedensel yükümlülükle sorumlu olmasına rağmen, kendisine çiftliği ömür boyu kullanma hakkı veren bir hukuki statüye de sahipti. Kendisi ve mirasçıları, devletin koyduğu ve yerel örfe bağlı olarak da belirlenen koşullara uyduğu sürece geçerli dene olmaksızın çiftliği elinden alınamaz, oradan kovulamazdı. Tımar beyi ile aralarında ihtilaf olduğunda konu kadıya taşınır, sipahi tarafından cezalandırılma gibi bir durum söz konusu olmazdı.

Her ne kadar reayanın büyük bölümünü köylüler oluşturuyor olsa da ortakçı kulları denilen bir başka yerleşik köylü grubu ve göçerler de reaya grubuna oluşturan kesimlerden bazılarıydı. Ortakçı kulları, padişah haslarında, bazı vakıf ve malikânelerde çalışan kişilerden oluşuyordu. Bu kişiler çalışmaları karşılığında bazı toprak ve iş hayvanlarına sahip oluyor fakat miras bırakamıyorlardı. Ortakçı kulları sisteminin, Selçuklular ve Osmanlı’nın ilk dönemlerinde uygulandığı, sonraki dönemlerde ortadan kalktığı bilinmektedir.

Sonuç olarak Osmanlı Devleti’nde berâyâ (Yönetici) kesimini, padişah ve hanedanla birlikte hass-ı hümayun sahipleri, serbest tımar sahipleri ve tımarlı sipahi sahiplerinden oluşan blok oluştururken; reâyâ (Yönetilen) kesimini de köylüler, ortakçı kulları ve göçerler oluşturmaktadır.

 

Erol Özbilgen. (2009) Bütün Yönleriyle Osmanlı. İz Yayıncılık.s.843-848

A.g.e. s.847

Oğuz Oyan. (2016). Feodalizmden Kapitalizme Osmanlı’dan Türkiye’ye. Yordam Kitap. S.57

A.g.e. s.58