Sevgi Kırıntısının Ardından

İlişkilerde bazen öyle bir noktaya geliriz ki, sevgi aramak yerine artık kırıntısını kovalarken buluruz kendimizi. Bir bakış, bir sarılış, bir gülümseme… Bunlar normalde bir ilişkinin doğal akışı iken, bazı durumlarda lütufmuş gibi hissettirilir. Ve insan, en doğal hakkı olan sevgiyi dilenir hale gelir.

Birine sarılması için yalvarmak, gözlerindeki ışığı görmek için mücadele etmek… Bu, sevginin değil; eksikliğin, yok sayılmanın ve değersiz hissettirmenin işaretidir. İnsan sevgiye dilenci olduğunda, aslında kalbinin en kırılgan yerini kendisi yaralar. Çünkü gerçek sevgi, istenmeden verilir; gönülden gelir.

Ben de bu duyguyu yaşadım. Bir çift göze bakabilmek için bekledim. Bir sarılışın sıcaklığına hasret kaldım. Bir tebessüm için içimde dağlar devirdim ben. Ama öğrendim ki, sevgiyi kırıntılarla yaşamak, aslında kendini küçültmekmiş. Çünkü sevgi kırıntısı aramak, insanın kendi yüreğini aç bırakmasıdır.

Gerçek sevgi, kırıntı değil, bir bütündür. Kalbi doyuran bir ekmek gibi paylaşılır, saklanmaz. Eğer bir ilişkide kırıntılara mahkûm edildiyseniz, bilin ki o sofrada siz misafir, sofranın sahibi hiç değil, unutulmuş bir figürsünüz. Ve insan kendini unutulmuş hissettiği yerde, aslında en çok kendine dönmeli.

Unutma; kırıntıya razı olan, aç kalmayı kabul etmiş demektir. Oysa sen, bir sofranın değil, bir kalbin sahibi olmayı hak ediyorsun. Çok özelsin…