SÖZ VERMEK

Dört yaşında yeğenimin çeşitli istekleri oluyor. Bu zaman zaman gezmeye gitmek, zaman zaman da oyuncak almak olabiliyor. Olabilecek isteklerine olumlu yanıt verildiğinde “Söz mü?” diyor. “Söz elbette söz” deyince gülüyor.

 

Ben de ondan istekte bulunuyorum. “Söz mü aşkım?” diyorum. Başını sallayarak, “Söz dedim halacığım.” diyor ve ekliyor “Söz vermek büyük bir şey değil mi hala?”

 

Evet, söz vermek büyük hem de en büyük bir şeydi.

Söz yazısınız bir sözleşme,

Söz büyük bir sorumluğu üstlenmekti.

 

Verilen söz, karşı tarafın yaşamını, geleceğini etkileyebilir. Kişilerin bu söz üzerine planları olabilir.

 

İnsanlar söz vermeden düşünmeli.

Kendi koşullarını, maddi-manevi-ruhu sınırlarını bilmeli.

Söz vermiş olmak, anı kurtarmak, gönül okşamak için söz verilmemeli.

 

Çocukluğumuzda “El sıkışmak” vardı. “Söz mü”, denildiğinde “Söz” derken eller sıkışılırdı.

Bir de “Peygamber Pazarlığı” vardı. İnsanlar alış verişlerinde yani ticari yaşamlarında yazılı senetler, sözleşmeler imzalamazlardı. “Satım gitti”, “Aldım gitti” derler ve karşılıklı “Hayırlı olsun” dileğiyle eller sıkışılırdı. Verilen sözler de yerine getirilirdi.

Çünkü

Söz namustu.

Söz kutsaldı.

Söz, söz verenin kişiliğiydi.

Söz, kişilerin birbirlerine olan güveniydi, saygısıydı.

 

Ne çok değişti yarım yüzyılda insanlık…

Ne çok değişti değer yargılarımız, bizi biz eden niteliklerimiz.

 

Dört yaşında bir çocuğun öğretisine muhtaç büyüklerimiz…

 

Sevgiyle