İlk örnek Almanya’dan;
Almanya’nın Hessen eyaletinde 1100 öğretmenin imzasını taşıyan bir açık mektupta öğretmenler, birçok çocuğun kalem tutmakta, ayakkabı bağlamakta ya da uzun süre odaklanmakta zorlandığını belirtti. Eğitim ve Bilim Sendikası üyesi öğretmenlerin hazırladığı beş sayfalık raporda, “Çocuklar artık okula başarılı bir başlangıç yapabilecek temel becerilerden yoksun” ifadeleri yer aldı. Öğretmenlerin hazırladığı listede dikkat çekici ayrıntılar yer alıyor. Artık birçok öğrenci kalem tutmakta, uzun süre dik oturmakta, kesme ya da yapıştırma gibi basit görevlerde zorlanıyor. Ayrıca “düzenli çalışma, kurallara uyma, dinleme, düşünme ve soru sorma becerileri” de ciddi biçimde azalmış durumda. Daha da çarpıcı olan, bazı çocukların tuvalet alışkanlıklarını bile kazanmamış olması. Raporda “kendi başına tuvalete gitme” eksikliği de ciddi bir sorun olarak sıralandı. Eğitim ve Bilim Sendikası temsilcileri, “Bazı öğrenciler tuvalet kağıdı kullanmayı veya sonrasında giyinmeyi bile bilmiyor. Bu, öğretmenlerin sıkça karşılaştığı bir durum” dedi.
İkinci örnek içinse Necmettin Erbakan Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ercan Yılmaz’a kulak verelim;
Prof Yılmaz, çocuklarda küçük yaşlardan itibaren akıllı telefon ve tablet kullanımının artmasının büyük sorunlar yarattığını ifade ederek, “Mavi ekranlar çocuklarda el ve kol kaslarını geliştirmiyor. İnce motor becerisi yeterince gelişmeyen çocuklar zamanla yazı yazmakta zorlanıyor. Bu durum da yazı bozukluğuna sebep olabiliyor. Kısa mesajlar, emojiler ve görsel ağırlıklı iletişim, çocukların fiziksel olarak yazı yazmayı daha zor ve zahmetli görmesine neden oluyor. Bu da yazı bozukluğunu tetikleyen bir başka etken. Disiplin odaklı öğretim yöntemlerinde kullanılan sert müdahaleler, “kırmızı kalem etkisi” yaratarak çocuklarda yazı yazma korkusu oluşturabiliyor.”
Yine eğitim sistemindeki çoktan seçmeli sınavların çocukları daha fazla okuma ve işaretleme pratiğine yönelttiğini belirten Yılmaz, bu sürecin yazıya olan ilgiyi azalttığını ifade etti, “Öğrenciler test çözerken yazı yazmaya daha az ihtiyaç duyuyor. Bu durum zamanla yazı yazma isteksizliği oluşturabilir ve yazı bozukluğuna zemin hazırlayabilir.
Yılmaz’a göre, yazı yazmak beyin aktivitesini artırıyor ve öğrenmenin kalıcılığını destekliyor. Çocuk kendi kelimelerini kullanırken anlamlı ve derin öğrenme gerçekleşiyor. Not tutma alışkanlığı derslere katılımı ve akademik başarıyı yükseltiyor. Yazı, düşünceyi geliştiren stratejik bir eylem olarak öne çıkıyor.
Dünyada ve ülkemizden verdiğimiz bu iki örnek, çocuklarımızın içinde bulunduğu derin krizi bütün açıklığıyla ortaya koyuyor.
Bu sorun sadece uzmanlar tarafından tespit edilen veya öğretmenler odalarında konuşulan konuların başında gelmiyor, Türkiye eğitim kamuoyunun büyük bölümünün üzerinde uzlaştığı tespitler.
Öğrenme sürecindeki derin krizi aşmak için öğrenci özerkliğini vurgulayan, öğretmen rolünü rehber olarak tanımlayan ve öğrenci merkezli bir bakış açısıyla bilgi, beceri, eğilim ve değerler ekseninde anlamlı öğrenmelere ulaşılmasını hedefleyen yaklaşımlar temel alınmalıdır. Bu yaklaşımlar; yaşantı temelli, proje temelli, bağlam temelli, sorgulamaya dayalı ve iş birlikli öğrenme olarak ifade edilebilir.
Yaşantı temelli öğrenme, öğrenmeyi deneyimlerle şekillenen bir süreç olarak görür. Yaşantı temelli öğrenme sürecinde bilgi; değiştirilir, dönüştürülür ve deneyimlerle bağlantılı olarak yeniden yapılandırılır.
Bağlam temelli öğrenme, bilginin anlamlı ve gerçek yaşam durumlarını içeren bir yapı etrafında öğrenilmesini sağlamak üzere geliştirilmiş bir yaklaşımdır.
Proje temelli öğrenme, öğrencilerin farklı disiplinlerde öğrendikleri ön bilgileri sentezleyerek yeni bilgiyi yapılandırmalarını ve bu süreçte de bilimsel araştırma basamaklarını kullanarak bir ürün oluşturmalarını odağa alan bir yaklaşımdır.
Sorgulamaya dayalı öğrenme, bilginin öğrencilere sunulmasına değil öğrenciler tarafından bir sorgulama süreci içinde oluşturulmasına dayanır. Sorgulama yoluyla bilgiye ulaşma süreci bilimsel yöntemin izlenmesini gerektirir.
İş birlikli öğrenme, öğrencilerin kendileri ve birbirlerinin öğrenmesini en üst düzeye çıkarmak amacıyla küçük takımlar içinde birlikte çalışmalarını esas alan bir yaklaşımdır.
Bu öğrenme yaklaşımları, okullarımızda uygulandığında, çocuklarımızın daha aktif olarak öğrenme sürecine katılacakları, yaşantı, proje, sorgulama ve işbirliği içinde öğrenme yolculuğunu sürdürecekleri açıktır. Bu yöntemlerin uygulanması ve beceri temelli etkinliklere önem verilmesi çocuklarımızın yaşadığı derin krizi biraz olsun azaltacaktır.