Küresel ekonomide sermaye akımlarının yönü, yalnızca ekonomik göstergelerle değil, aynı zamanda güven, öngörülebilirlik ve siyasi istikrarla da şekilleniyor. Bu bağlamda yabancı sermaye yatırımları, bir ülkenin ekonomik dinamizminin en somut göstergelerinden biri haline gelmiş durumda. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için ise doğrudan yabancı yatırımlar, sadece döviz girişi anlamına gelmiyor; aynı zamanda teknoloji transferi, üretim kapasitesinin artması, nitelikli istihdam ve uluslararası rekabet gücünün güçlenmesi anlamına geliyor.
Ancak küresel sermayenin yeni dönemde izlediği rota, klasik yatırım anlayışının ötesine geçmiş durumda. Artık sermaye sadece ucuz iş gücü veya geniş pazar potansiyeline bakmıyor; sürdürülebilirlik, dijital altyapı, enerji verimliliği, yeşil dönüşüm ve hukuki güvenceler gibi daha karmaşık bir denklem içinde karar veriyor. Bu nedenle, yabancı sermaye çekme stratejilerinin yeniden tanımlandığı bir dönemin içindeyiz.
Yabancı Sermayenin Küresel Seyri: Belirsizlikler İçinde Yeni Fırsatlar
Pandemi sonrası dönemde küresel sermaye akışları ciddi dalgalanmalar yaşadı. Tedarik zincirlerinin kırılması, bölgesel savaşlar, enerji fiyatlarındaki oynaklık ve faiz oranlarındaki yükseliş, yatırım kararlarını temkinli hale getirdi. Buna karşın, üretimin yeniden bölgeselleşmesi eğilimi — yani şirketlerin tedarik zincirlerini daha yakın coğrafyalara taşıma stratejisi — Türkiye gibi stratejik konumdaki ülkeler için önemli fırsatlar doğurdu.
Türkiye, Avrupa ve Asya arasındaki lojistik köprü konumunu, genç ve dinamik iş gücü avantajıyla birleştirdiğinde cazip bir üretim üssü olarak öne çıkıyor. Ancak bu potansiyelin tam anlamıyla yatırıma dönüşebilmesi, sadece jeopolitik konumla değil, aynı zamanda “yatırım güvenliği” algısının güçlendirilmesiyle mümkün.
Dünya genelinde sermayenin artık “güvenli limanlara” yöneldiği bir dönemde, yatırımcının en çok aradığı şey öngörülebilirlik. Vergi politikalarının istikrarı, yargı süreçlerinin hız ve tarafsızlığı, bürokratik yüklerin azaltılması ve yatırım sonrası destek mekanizmalarının etkinliği, bu güvenin yapı taşlarını oluşturuyor.
Türkiye’nin Yabancı Sermaye Politikası: Dönüşümün Eşiğinde
Türkiye, 2000’li yılların başında uyguladığı yapısal reformlarla yabancı sermayede ciddi bir sıçrama yaşamış, birçok uluslararası markayı ülkeye çekmeyi başarmıştı. Ancak son yıllarda küresel ve yerel belirsizliklerin etkisiyle bu ivmede bir yavaşlama gözleniyor. Bu noktada, Türkiye’nin yatırım ortamını yeniden cazip hale getirecek politikaları hayata geçirmesi kritik önem taşıyor.
Öncelikle, ekonomik istikrar ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin kararlılıkla sürdürülmesi, yatırımcı açısından “güven teminatı” anlamına geliyor. Ayrıca yeşil dönüşüm, dijital ekonomi, yenilenebilir enerji ve yüksek teknoloji üretimi gibi alanlara yönelik teşviklerin artırılması, doğrudan yabancı yatırım profilini nitelikli bir yöne çevirebilir.
Yatırım ortamında öne çıkan bir diğer unsur ise bürokrasinin azaltılması ve dijitalleşme. Tek durak ofis sistemleri, çevrimiçi izin süreçleri, şeffaf veri erişimi gibi dijital çözümler, yatırımcıların karar verme hızını artırıyor. Türkiye bu alanda son yıllarda önemli adımlar atsa da süreçlerin sadeleştirilmesi ve yerel yönetimlerle koordinasyonun güçlendirilmesi hâlâ geliştirilmeye açık bir alan.
Yabancı Sermaye İçin Yeni Öncelikler: Yeşil, Dijital ve Sürdürülebilir Yatırımlar
Dünya ekonomisinin yeni öncelikleri arasında sürdürülebilirlik ilkeleri artık belirleyici bir rol oynuyor. Avrupa Birliği’nin Yeşil Mutabakat hedefleri, tedarik zincirlerine çevresel kriterleri dahil ederken; karbon salımı yüksek üretim merkezlerine yönelik baskılar artıyor. Dolayısıyla yabancı yatırımcılar, çevresel standartlara uyum sağlayan ülkelerde konumlanmayı tercih ediyor.
Türkiye’nin bu süreçte avantajı, yenilenebilir enerji kapasitesinin hızla artması ve enerji verimliliği alanında geliştirilen politikalar. Ancak bu avantajın yatırımlara dönüşebilmesi için, yeşil finansman araçlarının geliştirilmesi ve sürdürülebilir yatırım projelerinin teşvik edilmesi gerekiyor. Bu bağlamda, karbon nötr üretim, döngüsel ekonomi uygulamaları ve yeşil sertifikasyon sistemleri, yabancı yatırımcıların radarında giderek daha fazla yer buluyor.
Bununla birlikte, dijital altyapı da yatırım kararlarında belirleyici hale gelmiş durumda. Yapay zekâ, nesnelerin interneti ve büyük veri teknolojilerinin sanayiye entegrasyonu, yalnızca üretim verimliliğini değil, rekabetçiliği de artırıyor. Türkiye’nin 5G, bulut bilişim ve dijital lojistik ağlarına yaptığı yatırımlar, yabancı sermayenin teknoloji odaklı sektörlere yönelmesi açısından stratejik bir fırsat oluşturuyor.
Sonuç: Yabancı Sermaye için Kalıcı Çekim Merkezi Olmanın Şartı “Güven ve Tutarlılık”
Yabancı sermaye yatırımlarında kalıcılığın en önemli unsuru, ekonomik göstergelerden çok politik ve kurumsal tutarlılıktır. Sermaye, sadece bugünün getirisine değil, yarının istikrarına yatırım yapar. Bu nedenle, Türkiye’nin ekonomik reform sürecini uzun vadeli bir vizyonla sürdürmesi, yatırım ortamında güven inşa etmesi ve uluslararası normlarla uyumlu bir hukuk ve rekabet altyapısı oluşturması, yabancı sermayenin kalıcı hale gelmesini sağlayacaktır.
Küresel rekabetin yoğunlaştığı, sermayenin yön değiştirdiği bu dönemde Türkiye’nin hedefi yalnızca “yatırım çekmek” değil, aynı zamanda nitelikli yatırımcıyı kalıcı hale getirmek olmalıdır. Bu da ekonomik büyümenin ötesinde, toplumsal refahı artıran, istihdam yaratan ve sürdürülebilir kalkınmayı destekleyen bir sermaye yapısının kurulması anlamına gelir.
Sonuç olarak, yabancı sermaye yatırımları, yalnızca bir finansal akım değil; bir ülkenin geleceğine duyulan inancın yansımasıdır. Türkiye’nin önünde duran görev, bu inancı pekiştirecek adımları kararlılıkla atmaktır.
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar