İnsanın fiziki özellikleri – hep söylemişimdir – 30- 35 yaşına kadar 5 senede bir yaş, ondan sonraki senelerde de senede 5 yaş yaşlanıyor.
Ve senelerin bir birlerinde hakları kalmamacasına nötrleşmeye çalışıyor.
Eğer bu nötrleşme sürecini yakalayabilirse insan – yani 60-70 yaşları ve daha ilerisini – nötrleşme süreci bittiğinde, bazı çatışmalar, değişimler baş gösteriyor fiziki yapıyla ruhsal yapı arasında.
***
Yıllarca hükmeden, isteklerinin istediği zaman en iyi şekilde yerine getirilmesini isteyen, bunun da kendisine verilmiş sonsuz bir hak sanan ve bu şekil de yaşamaya alışık olan ruhsal âlemin doyumsuz aruzu ve istekler mekanizması, nötrleşme sürecinin bitiminde sudan çıkmış balığa dönüyor
Neden?
Çünkü artık her şey tamamen tersine dönmüştür.
Vücutta ihtilal olmuş dengeler değişmiştir.
***
Bir zamanlar kişinin fiziki ve de doyumsuz isteklerini büyük bir beceri ve sabırla karşılayan daha doğrusu karşılamaya çalışan; beyinden başlayarak tüm duyu organlarımız ki; bunlar kulak (duyma), burun (koku alma), dil (tat alma -konuşma), göz (görme), dişler (çiğneme), kalp (tüm mekanizmanın tek maestrosu). Ağrı sızı nedir bilmeyen çeşitli kaslar, sinirler. Kendine gönderilen taştan yumuşak her şeyi itirazsız öğüten, mide. Bir şeyler taşımakla (çanta, poşet hatta çocuğunu taşımaktan) yoğrulmayan kollar. Kalem tutan, makas tutan, bıçak tutan v.s. tutan ama yoğrulmayan eller. Yürüdükçe bundan keyif alan ayaklar…
Velhasıl i kelam, insan vücudunun fizikselini oluşturan tüm azalar.
***
Bunların hepsi…
Ama hepsi belli bir yaştan sonra (hayır, olmaz ya da yapamam) demeyi öğreniyorlar.
Ve çatışma başlıyor.
***
Peki, neler oluyor?
Başlarda ki saçlar önce beyazlaşıyor, sonra azalmaya başlıyor ve tükeniyor.
Beyin; istersen öğrenmen gereken bir şeyi 10-15 santimlik çivilerle çak ya da kazı, beynine; “hayır, benim alma kapasiten buraya kadar, sen kendi başının çaresine bak” diyor. Ve bellemesini istediğin şeyi bellemiyor. Dün belki yüzlerce telefon numarasını, tanıdık tanımadık insanların isimlerini rahatlıkla hafızanda (beyninde) tutarken bu gün kendi telefon numaranı ezberleyemiyorsun. Torunlarının, yeğenlerinin isimlerini ya hatırlamıyorsun ya da hatırlamakta zorlanıyorsun.
Artık sen görmek istediklerini senin istediğin gibi değil, “gözünün” istediği gibi görüyorsun. Ve gözünün ferinin yitmesine hayıflanıyor, gözlüğünü takıyorsun.
Kulakların; en ufak tıkırtıyı dahi kaçırmayıp duyan kulaklarına ne oldu? O da ancak kendi istediği kadar duyuyor.
Burnun; o da eskisi kadar hissetmiyor kokuyu.
Dilin; zaman zaman konuşurken sürçmeye başlıyor, eskiden olduğu gibi yediklerinden içtiklerinden istediğin tadı, lezzetti alamıyorsun. Hükmedemiyorsun?
Ağız tadıyla bir incir yemene izin vermeyen protez dişlerine ne yapmalı? Protezleri kaldırıp atsan büsbütün yaya kalacaksın, atamıyorsun.
Hele o kalp denen motor nasılda korku salıyor içine. Şunu yap, bunu yapma. Yok şunu ye, sakın ha bunu yeme diye talimatlarla seni nasıl da diken üstünde durduruyor.
Safra kesendeki taşlardan ne haber; seni zaman zaman kıvrandırıyor mu? Böbreklerindeki kist büyüyor mu?
Prostatlın nasıl prostatın? Eskisi gibi şarıl şarıl çiş yapamamanın özlemiyle kıvranıyorsun değil mi?
Bel fıtığın için ameliyat şart deniyor ama sen kıvırıp duruyorsun, ama verdiği acıda dayanılacak gibi değil, değil mi? Hele o siyatik başına nasılda bela oldu?
Ufak tefek çiziklere, yaralanmalara aldırmayan cilt in şimdilerde en ufak bir çiziği dahi haftalarca iyi edemiyor, acı veriyor.
Ya kolların birer kiloluk üç poşeti taşımıyor. Kısa bir süre sonra isyan ediyor. Ya o vefakâr ayakların, seni her istediğin yere zevkle götüren ayaklarına ne oldu? Seni taşımıyorlar değil mi?
Ya eskisi gibi acı, ekşi yiyebiliyor musun? Ne zamandan beri şöyle acılı; yanında turşu, Antep salatalı çiğköfte ya da malhıtalı köfteye hasretsin, Allah bilir. Neden? Çünkü ya miden yanar, ekşir ya da basurun seni yerden yere vurur.
***
Olan olmuştur artık.
Dün emirlerini ikiletmeden yerine getiren ve vücut sistemini oluşturan azaların bu gün seni hükmü altına almıştır. Onların diledikleri şekilde yaşamaya mahkûm olmuşsundur.
İşte sana dün itirazsız hizmet edenlerin gerçek yüzleri…