Hava Durumu

#Sanko Üniversitesi Tıp Fakültesi

Gaziantep Ekspres Gazetesi - Sanko Üniversitesi Tıp Fakültesi haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Sanko Üniversitesi Tıp Fakültesi haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

Sedef Hastalığı Ve Sedef Romatizmasına Dikkat Haber

Sedef Hastalığı Ve Sedef Romatizmasına Dikkat

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kısacık: “Sedef Hastalarının Yaklaşık Yüzde 20’sinde Sedef Romatizması Gelişebilir” Deri Ve Zührevi Hastalıklar Uzmanı Doç. Dr. Fatma Elif Yıldırım: “Sedef Hastalığı Strese Neden Olmakta, Stres De Sedef Hastalığını Tetikleyerek Psikolojik Hastalıklarla Sedef Hastalığı Arasında Çift Yönlü Bir Etkileşim Oluşturmaktadır” SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Romatoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Bünyamin Kısacık ile Deri ve Zührevi Hastalıklar Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Fatma Elif Yıldırım, sedef hastalığı ve sedef romatizmasını değerlendirdi. Prof. Dr. Kısacık, sedef hastalığının gerçekten çok zor cilt hastalığı olduğunu, vücudun her tarafını etkileyebildiğini belirterek, “Ancak bizim için bu hastalığın farklı tarafı sedef hastalığının romatizmaya neden olabilmesidir. Sedef hastalarında ortalama 5-7 yıl sonrasında sedef romatizması gelişebilir” dedi. Hastaların büyük kısmında önce sedef hastalığı, sonra romatizma gelişirken bir kısmında ise önce romatizma sonra sedef ya da eş zamanlı iki durum bir arada ortaya çıkabildiğine dikkat çeken Prof. Dr. Kısacık, şöyle konuştu: “Bu hastalık herkeste romatizmaya neden olmuyor. Ancak farklı coğrafyalarda yapılan çalışmalarda sedef hastalarının yaklaşık yüzde 20 kadarında sedef romatizması gelişebildiği anlaşılmıştır. Sedef romatizmasına yatkın sedef hastaları, özellikle saçlı deride sedefi olan hastalar ve tırnaklarında sedef bulgularına rastlanan kişilerdir.” Tanı Ve Tedavisi Sedef ve romatizma var ise bu hastaların sedef romatizması tanısı aldığını anlatan Prof. Dr. Kısacık, “Bazı kişilerde önce romatizma sonra sedef ortaya çıkmaktadır. Bu teşhiste romatoloji uzmanının tecrübesi önemlidir. Uygun eklem tutulum şekillerine göre tanı konmaktadır” ifadelerini kullandı. Sedef romatizması tedavisinin ekip işi olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Kısacık, şöyle devam etti: “Bazı hastalarda sedef hastalığı baskınken bazı hastalarda ise romatizma daha baskındır. Bu yüzden dermatoloji ve romatolojinin iş birliği büyük önem taşımaktadır. Hastalar sıklıkla birlikte değerlendirilmekte ve tedaviye ortak karar verilmektedir. Tedavide uluslararası kılavuzların önerdiği yol şu şekilde sıralanabilir: ‘Hastaların hastalığı ve gidişatı konusunda bilgilendirilmesi’, ‘Sedef hastalığına eşlik eden diğer hastalıkların kontrolü’, ‘Kilo kontrolü ve egzersiz’, ‘Sedef romatizmasının tutulum yerine planlanan ilaç tedavisi’. 2000’li yılların başından itibaren ilaç tedavilerinde çok önemli değişiklikler oldu. Biyolojik tedavi dediğimiz çok etkili ilaç tedavileri kullanmaya başladık. Farklı tedavi alternatifleri hem sedef hastalığına hem de sedef romatizmasını çok etkili ve hızlı olarak tedavi edebilmektedir. Sedef ve sedef romatizması hastalarının tüm sorunlarına ekip olarak yaklaşmaya ve en doğru tedaviyi verme çabamıza devam edeceğiz.” Sedef Hastalığı Her Yaş Grubunda Ortaya Çıkabilir SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Deri ve Zührevi Hastalıklar Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Fatma Elif Yıldırım ise sedef hastalığının çocukluk döneminde daha nadir görülmekle birlikte her yaş grubunda ortaya çıkabildiğine vurgu yaptı. Hastalığın kesin nedeninin henüz bilinmediğini, ancak ortaya çıkmasında hem genetik hem de çevresel faktörlerin birlikte rol oynadığına işaret eden Doç. Dr. Yıldırım, sözlerini şöyle sürdürdü: “Sedef hastalığı görünür lezyonları nedeni ile hastaların yaşam kalitesini önemli ölçüde bozabilmektedir. Yapılan araştırmalar sedef hastalığının hayat kalitesini diyabet (şeker hastalığı), tansiyon ve kalp hastalıklarına kadar yol açabildiğini göstermiştir. Özellikle el, ayak, saçlı deri, genital bölge gibi fonksiyonel öneme sahip bölgelerde görülen deri lezyonları hastaların yaşam kalitesini daha fazla bozabilmektedir. Görünür bölgelerde olan lezyonlar bulaşıcı sanılıp hastalar toplum tarafından damgalanabilmektedir. Bu da zaten daha hassas kişilik yapısına sahip sedef hastalarını psikolojik açıdan daha fazla etkileyebilmektedir. Yani sedef hastalığı strese sebep olmakta, stres de sedef hastalığını tetikleyerek psikolojik hastalıklarla sedef hastalığı arasında çift yönlü bir etkileşim oluşturmaktadır.” Sadece Deriyi İlgilendirmiyor Günümüzde sedef hastalığına eşlik edebilen çok sayıda hastalığın tespit edilmesinin aslında sedefin sadece deriyi ilgilendirmekle sınırlı kalmayan sistemik bir hastalık olduğu görüşünü desteklediğinin altını çizen Doç. Dr. Yıldırım, şunları kaydetti: “Yaygın deri hastalığı olan sedef hastalarında kalp ve damar hastalıkları, kalp krizi, şeker hastalığı gibi sistemik hastalıklara yakalanma riski maalesef daha yüksektir. Sedef hastalığı nadiren ‘Eritrodermik’ ve ‘Püstüler’ formları ile hayati tehlike oluşturabilmektedir. Kesin bir tedavisi bulunmayan sedef hastalığının semptomları, uygun yöntemler ile kontrol altına alınarak, uzun süreli iyilik hali sağlanabilmektedir. Sedef hastalığı tedavisini planlarken cilt hastalıkları uzmanının yanı sıra farklı uzmanlık dallarının bir arada tedaviye karar vermesi tedavi başarısını artırmaktadır. Özellikle sedef hastalarında gözlenebilen eklem tutulumu ki buna sedef romatizması (psoriatik artrit) da denilmektedir dermatolog ve romatolog iş birliğini tedavide son derece önemli kılmaktadır.” Sedef Hastalığı İyileşir Mi? Sedef hastalarının hekimlerine yönelttiği en merak edilen sorunun “Sedef hastalığım iyileşir mi?” sorusu olduğunu söyleyen Doç. Dr. Yıldırım, bu sorunun kesin bir yanıtının bulunmadığını ifade etti. “Kesinlikle yanlış diyebileceğimiz yanıtlar arasında ‘yaşam boyunca devam eder’ ve ‘verdiğim tedavi ile yüzde 100 iyileşir’ değerlendirmelerinin bulunduğunu bildiren Doç. Dr. Yıldırım, hastalık seyrinin hastadan hastaya değişkenlik gösterdiğini belirtti. Doç. Dr. Yıldırım, “Kimi hastada sedef hastalığı tamamen kaybolabilmekte, kimi hastada ise ara ara alevlenme ara ara iyileşme dönemleri ile seyredebilmektedir” uyarısında bulundu. Sedef Hastalığının Tedavisi Nasıl Yapılır? Sedef hastalığı tedavisine karar verirken hastalığın şiddeti ve sedefin hasta yaşam kalitesi üzerine etkisinin belirlenmesinin son derece önemli olduğunu belirten Doç. Dr. Yıldırım, şu değerlendirmeyi yaptı: “Genellikle vücudun yüzde 10’undan daha azında lezyonlar bulunmakta ise krem tedavileri uygulanmaktadır. Ancak hastanın yaşam kalitesini etkileyen el, ayak, genital bölgelerinde lezyon var ise veya krem tedavileri ile hiç düzelme sağlanamamışsa hastalarda krem tedavisinin yanı sıra sistemik tedavi olarak adlandırdığımız ilaçlar ve iğneler tedavide kullanılabilmektedir. 2000’li yılların başında geliştirilen biyolojik tedavi olarak adlandırdığımız ilaçlar ile son zamanlarda sedef hastalığı daha az yan etki ile daha etkili bir şekilde tedavi edilebilmektedir. Tabi tedavi planı yapılırken hasta ile her hastaya göre farklı şekilde tedavi planı belirlenmektedir. Yine tedavi planlanırken daha önce de belirttiğim gibi eklem tutulumunun romatoloji uzmanı birlikte değerlendirilmesi son derece önemlidir.” Sedef Hastalarının Dikkat Etmesi Gereken Konular Doç. Dr. Yıldırım, sedef hastalarının tansiyon, kalp hastalıkları ve şeker hastalığına daha yatkın olmaları nedeni ile beslenmelerine dikkat etmelerinin çok önemli olduğunu söyledi. Hastaların kesinlikle yememesi gereken bir besin olmamakla birlikte sağlıklı beslenmelerinin çok önemli olduğuna dikkat çeken Doç. Dr. Yıldırım, uyarılarını şöyle sıraladı: “Aşırı kilo alımından kaçınmaları gerekmektedir. Kilo artışı sedef hastalığını şiddetlendirebildiği gibi sedef hastaları kilo almaya daha yatkındır. Bu nedenle fast food, karbonhidrat ağırlıklı beslenmeden hastaların kaçınması gerekmektedir. Alkol ve sigara kullanımı sedef hastalığını şiddetlendirmektedir. Bazı ilaçlar sedef hastalığını şiddetlendirebildiği için ilaç kullanımına son derece dikkat edilmelidir. Sedef hastalığını tetiklediği düşünülen ilaçlar arasında sistemik alınan kortizon, lityum, bazı tansiyon ilaçları, mantar tedavisinde kullanılan ilaçlar ve aspirin bulunmaktadır. Beta hemolitik streptokok enfeksiyonları gibi bazı enfeksiyonlar hastalığı şiddetlendirmekte veya tetikleyebilmektedir. Bu nedenle el yıkama gibi genel hijyen kurallarına dikkat edilmelidir.”

Kemik Kaynaklı Tümörlere Dikkat Haber

Kemik Kaynaklı Tümörlere Dikkat

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Dr. Öğr. Üyesi Savaş: “Primer Kemik Tümörlerinde Erken Teşhis Hayat Kurtarır” Primer kemik tümörlerinin, kemik orijininden yani kemik kökeninden başlayan tümörler olduğuna vurgu yapan Dr. Öğr. Üyesi Toktamış Savaş, iyi huylu (Benign) ve kötü huylu (Malign) olmak üzere iki şekilde görüldüğünü söyledi. Kemik kaynaklı tümörlerin çoğunun tesadüfen saptandığına dikkat çeken Dr. Öğr. Üyesi Savaş, “Primer kemik tümörlerinin en fazla iyi huylu olanları görülmektedir. Kötü huylu olanları ise ağrısız ve hızlı büyüyen kitle ile karşımıza çıkmakta kimi zaman hasta ağrı ve hassasiyetle bize müracaat etmektedir” şeklinde konuştu. Tanı Yöntemleri Tanı yöntemleri konusunda bilgi veren Dr. Öğr. Üyesi Savaş, en sık kullanılan yöntemin düz radyografi röntgeni sonrasında ise BT (Bilgisayarlı tomografi) ve MR (Manyetik rezonans) görüntüleme ile tanı konduğunu ifade etti. Kötü huylu tümörlerin gidişatını belirlemek ve metastaz denilen yayılımını görmek amacıyla Pet-CT kullanıldığını anlatan Dr. Öğr. Üyesi Savaş, kesin tanının ise kemikten ya da yumuşak dokudan alınan biyopsi ile konulduğunu belirtti. Tedavi Yöntemleri İyi huylu tümörlerin genellikle takip edildiğini, bazılarında ise kırılma riski olduğu için farklı cerrahi tedavi yöntemleri uygulandığını söyleyen Dr. Öğr. Üyesi Savaş, primer kemik tümörlerinin tedavisi konusunda ise şu bilgileri paylaştı: “Kötü huylu tümörlerin tamamının cerrahi yolla çıkartılması gerekmektedir. Aynı zamanda kötü huylu tümörlerde radyoterapi ya da kemoterapi dediğimiz ajanlar da kullanılmaktadırlar.

Migrene Dikkat Haber

Migrene Dikkat

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Münife Neyal, her yaşta ortaya çıkabilen migrenin toplumda oldukça sık görüldüğünü söyledi. Prof. Dr. Neyal, migrenin, ataklar şeklinde gelen, kendine özgü belirtileri bulunan baş ağrısı dönemleri ile karakterize bir durum olduğuna dikkat çekti. Migrenin kişisel yatkınlık zemininde ortaya çıktığına ve başka bir hastalığa bağlı olmadığına vurgu yapan Prof. Dr. Neyal, “Çoğu hastada ağrı başka bir uyarı olmaksızın başlar, ancak bazı hastalarda ağrı başlamadan önce ortaya çıkar. Ağrının geldiğini haber veren belirtiler vardır” dedi. Migren tanısının hastadan alınan tıbbi öykü ve muayene ile konulduğunu belirten Prof. Dr. Neyal, “Ağrının ne kadar zamandır olduğu, ataklarla gelip gelmediği, sıklığı, bir atağın süresi, ağrının karakteri, başladığı bölge, başlama, ilerleme ve sonlanma özellikleri, ağrıyla birlikte bulunan durumlar, ortaya çıkmasını kolaylaştıran faktörler gibi birçok özellik ağrının migren özelliklerine sahip olup olmadığını gösterir” değerlendirmesini yaptı. Prof. Dr. Neyal, kan tahlilleri, beyin MR’ı gibi tetkiklerin tanı amacıyla değil, migreni taklit edebilecek ve bazıları hayati öneme sahip hastalıklara ilişkin şüphelerin dışlanması amacıyla değerlendirildiğini kaydetti. Migren ataklarında ağrı başlarken hafif veya orta şiddette olabileceğini vurgulayan Prof. Dr. Neyal, şöyle devam etti: “Erken dönemde ilaç alınmamışsa sonraki saatlerde zonklayıcı karakter kazanır ve çok şiddetli hale gelir. Eğilmek, kalkmak, öksürmek, başı sallamak gibi herhangi bir fiziksel aktivite yapılması baş ağrısını çok şiddetlendirebilir. Kişiler bunu bazen ‘öne eğildiğimde beynim dışarı akacak gibi hissediyorum’ şeklinde ifade ederler. Ağrı aynı kişinin farklı ataklarında bazen sağ, bazen soldan olmak üzere tek taraflı başlayabilir.”         Ataklarda ışık ve sesten aşırı rahatsız olma, bulantı veya kusma da görüldüğünün altını çizen Prof. Dr. Neyal, şu bilgileri paylaştı: “Kokulara karşı şiddetli duyarlılık olabilir. Huzursuzluk, iştahsızlık, isteksizlik, hareketlerin beceriksizleşmesi, bağırsak hareketlerinde değişiklikler, dikkat dağınıklığı, konuşurken doğru kelimeleri bulmada zorluk gibi farklı belirtiler ortaya çıkabilir. Bu belirtilerin her hastada hatta aynı kişinin bütün ataklarında ortaya çıkması gerekmez. İlaç alınmamış bir atak dönemi en az 4 saat en çok 72 saat sürer ancak büyük çoğunlukla 24 saati aşmaz.” ATAĞIN ORTAYA ÇIKMASINI KOLAYLAŞTIRAN DURUMLAR VARDIR Migren atağının ortaya çıkmasını kolaylaştıran durumlara değinen Prof. Dr. Neyal, sözlerini şöyle sürdürdü: “Açlık, uyku düzen değişiklikleri (Alışılandan az ya da çok uyumak), parlak ışıklar, ağır kokular gibi şiddetli duyusal uyaranlara maruz kalmak, sigara içmek veya içilen ortamlarda bulunmak, raf ömrünü uzatan bazı maddeleri barındıran yiyecek ve içecekler, alkol (Özellikle fermente içkiler), işlenmiş veya konserve yapılmış etler vb. yiyecekler, doğum kontrol hapları gibi bazı ilaçların kullanılması atağın ortaya çıkmasını kolaylaştırabilir. Kişilerin ataklarını kolaylaştıran durumları fark ederek, uzak durmaları atak sayısını azaltacaktır. Baş ağrısının sıklığı, şiddeti ya da karakteri değişirse mutlaka bir nöroloji uzmanına başvurmak gerekir. Bu durumda ayırıcı tanı açısından hastaların tekrar değerlendirilmesi gerekir. Eğer baş ağrısına neden olabilecek başka bir hastalık gelişmişse bunun tedavisine öncelik verilir.” TEDAVİNİN AMACI “Tedavide amaç baş ağrısının ömür boyu olmamasını sağlamak değildir. Böyle bir tedavi biçimi bugüne kadar keşfedilmedi” diyen Prof. Dr. Neyal, sözlerini şöyle tamamladı: “Tedavini amacı atakların şiddet ve sıklığını azaltarak yaşam kalitesini ve özel yaşam, iş ve okulda günlük işlevselliği artırmaktır. Tedavi yanıtında kişisel faktörler önemlidir. Aynı ilaçtan bazı hastalar daha düşük dozda fayda görürken, bazıları daha yüksek dozda fayda görür. Tedavi sırasında hastaların düzenli takibi ve tedavi etkinliğinin değerlendirilmesi, bireysel doz ayarlamaları tedavi başarısında önemlidir.”

Kalın Bağırsak Kanseri Farkındalık Ayı Haber

Kalın Bağırsak Kanseri Farkındalık Ayı

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğr. ÜYESİ Mustafa Yıldırım: “Ciddi bir hastalık olan kalın bağırsak kanserinin farklı tedavi seçenekleri vardır” Prof. Dr. Yıldırım, 1-31 Mart Kalın Bağırsak Farkındalık Ayı nedeniyle yaptığı açıklamada, kolon olarak da bilinen kalın bağırsağı ya da rektumu (Kalın bağırsağı anüse bağlayan son kısım) etkileyen bu kanserin, kolon ve rektal birleşiminin kısaltılmış hali olan “Kolorektal" olarak da tanımlandığını söyledi. İlk aşamada herhangi bir belirtisi olmayan kalın bağırsak kanserinin yol açacağı sorunlara değinen Prof. Dr. Yıldırım, bunları, “Karın ağrısı, bağırsak hareketlerinde değişiklik (Doku, boyut, sayı, renk vb.), dışkıda kan, zayıflama, yorgunluk hissi, nefes darlığı, vb belirtiler” olarak sıraladı. Kalın bağırsak kanserinin tespitinde birkaç test kullanıldığını belirten Prof. Dr. Yıldırım, bunları şöyle özetledi: “Kolonoskopi: Kanser şüphesinde, anüsten başlayıp kolona kadar bir tüp ile küçük bir kamera aracılığıyla hastalığa yönelik tarama işlemi olan kolonoskopi önerilmektedir. BT Kolonografi (Sanal kolonoskopi): Bu özel görüntüleme tekniğiyle kanser ve polipler aranır. Dışkıda Kan Testi: Bu testler, genellikle dışkı örneklerinde kan olup olmadığını kontrol etmek için yapılır. Kanser ya da polipler kanamaya sebep olabildiğinden bu testler mevcut kanamaların tespitinde yardımcı olur. Sigmoidoskopi: Kolonoskopiye benzer bir işlemdir. Kolonun tamamına değil sadece son kısmına bakılır.” Kalın bağırsak kanseri türlerinin genelinde kullanılan tedavi yöntemlerine değinen Prof. Dr. Yıldırım, “Tedavi yöntemleri arasında kolon ya da rektumdaki kanserli bölümün çıkarılmasına yönelik ameliyat, kanser hücrelerini öldüren ya da büyümelerini durdurmaya yönelik ilaçların kullanıldığı kemoterapi, radyasyon tedavisi ve hedefe yönelik yeni tedavi teknikleri bulunmaktadır” ifadelerine kullandı. Prof. Dr. Yıldırım, bu hastalığın tedavisinde, az bir oranda da olsa kanserin büyümesini durdurmaya yönelik, vücudun bağışıklık sistemiyle birlikte çalışan ilaçların kullanıldığı immünoterapinin de uygulandığına dikkat çekti. “Kanser taraması önemli” Kalın bağırsak ve rektumda kanser taramasının, belirtileri ya da kansere dönüşebilecek polip adı verilen oluşumları kontrol etmek amacıyla yapıldığını vurgulayan Prof. Dr. Yıldırım, şöyle devam etti: “Taramaya başlamak için 45 yaş önerilir. Bu kansere yakalanma riski yüksek olanlar taramaya daha erken yaşlarda başlamalıdır. Ailesinde kalın bağırsak kanseri öyküsü olan, ‘Crohn hastalığı’ ya da ‘ülseratif kolit’ diye isimlendirilen kalın bağırsak hastalıklarına sahip bireyler, yüksek risk grubundadır. Yapılan taramalar herhangi bir semptom görülmeyen ya da kanser düşünülmesini gerektirecek nedeni olmayanlara yapılır. Böylece poliplerin kansere dönüşmeden bulunması, çıkarılması ya da kanserin büyümeden, yayılmadan ya da herhangi bir soruna neden olmadan, erkenden tespiti amaçlanır.” Yapılacak kanser taramalarına ilişkin testlerin sıklığının, bu kanserin riski ile yapılacak teste göre değişeceğinin altını çizen Prof. Dr. Yıldırım, “Kalın bağırsak kanseri riski yüksek kişiler daha sık tarama testleri ve kolonoskopi yaptırmalıdır” şeklinde konuştu.

Kalın Bağırsak Kanseri Farkındalık Ayı Haber

Kalın Bağırsak Kanseri Farkındalık Ayı

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğr. Üyesi Mustafa Yıldırım: “Ciddi Bir Hastalık Olan Kalın Bağırsak Kanserinin Farklı Tedavi Seçenekleri Vardır”  Prof. Dr. Yıldırım, 1-31 Mart Kalın Bağırsak Farkındalık Ayı nedeniyle yaptığı açıklamada, kolon olarak da bilinen kalın bağırsağı ya da rektumu (Kalın bağırsağı anüse bağlayan son kısım) etkileyen bu kanserin, kolon ve rektal birleşiminin kısaltılmış hali olan “Kolorektal" olarak da tanımlandığını söyledi. İlk aşamada herhangi bir belirtisi olmayan kalın bağırsak kanserinin yol açacağı sorunlara değinen Prof. Dr. Yıldırım, bunları, “Karın ağrısı, bağırsak hareketlerinde değişiklik (Doku, boyut, sayı, renk vb.), dışkıda kan, zayıflama, yorgunluk hissi, nefes darlığı, vb belirtiler” olarak sıraladı.  TEŞHİSİ Kalın bağırsak kanserinin tespitinde birkaç test kullanıldığını belirten Prof. Dr. Yıldırım, bunları şöyle özetledi: “1. Kolonoskopi: Kanser şüphesinde, anüsten başlayıp kolona kadar bir tüp ile küçük bir kamera aracılığıyla hastalığa yönelik tarama işlemi olan kolonoskopi önerilmektedir. 2. BT Kolonografi (Sanal kolonoskopi): Bu özel görüntüleme tekniğiyle kanser ve polipler aranır. 3. Dışkıda Kan Testi: Bu testler, çoğunlukla dışkı örneklerinde kan olup olmadığını kontrol etmek için yapılır. Kanser ya da polipler kanamaya sebep olabildiğinden bu testler mevcut kanamaların tespitinde yardımcı olur. 4. Sigmoidoskopi: Kolonoskopiye benzer bir işlemdir. Kolonun tamamına değil sadece son kısmına bakılır.” TEDAVİSİ Kalın bağırsak kanseri türlerinin çoğunda kullanılan tedavi yöntemlerine değinen Prof. Dr. Yıldırım, “Tedavi yöntemleri arasında kolon ya da rektumdaki kanserli bölümün çıkarılmasına yönelik ameliyat, kanser hücrelerini öldüren ya da büyümelerini durdurmaya yönelik ilaçların kullanıldığı kemoterapi, radyasyon tedavisi ve hedefe yönelik yeni tedavi teknikleri bulunmaktadır” ifadelerine kullandı. Prof. Dr. Yıldırım, bu hastalığın tedavisinde, az bir oranda da olsa kanserin büyümesini durdurmaya yönelik, vücudun bağışıklık sistemiyle birlikte çalışan ilaçların kullanıldığı immünoterapinin de uygulandığına dikkat çekti. KANSER TARAMASI ÖNEMLİ Kalın bağırsak ve rektumda kanser taramasının, belirtileri ya da kansere dönüşebilecek polip adı verilen oluşumları kontrol etmek amacıyla yapıldığını vurgulayan Prof. Dr. Yıldırım, şöyle devam etti: “Taramaya başlamak için 45 yaş önerilir. Bu kansere yakalanma riski yüksek olanlar taramaya daha erken yaşlarda başlamalıdır. Ailesinde kalın bağırsak kanseri öyküsü olan, ‘Crohn hastalığı’ ya da ‘ülseratif kolit’ diye isimlendirilen kalın bağırsak hastalıklarına sahip bireyler, yüksek risk grubundadır. Yapılan taramalar herhangi bir semptom görülmeyen ya da kanser düşünülmesini gerektirecek nedeni olmayanlara yapılır. Böylece poliplerin kansere dönüşmeden bulunması, çıkarılması ya da kanserin büyümeden, yayılmadan ya da herhangi bir soruna neden olmadan, erkenden tespiti amaçlanır.”  Yapılacak kanser taramalarına ilişkin testlerin sıklığının, bu kanserin riski ile yapılacak teste göre değişeceğinin altını çizen Prof. Dr. Yıldırım, “Kalın bağırsak kanseri riski yüksek kişiler daha sık tarama testleri ve kolonoskopi yaptırmalıdır” şeklinde konuştu.

Romatolojik Hastalıklarda Anamnez Ve Fizik Muayene Kursu Haber

Romatolojik Hastalıklarda Anamnez Ve Fizik Muayene Kursu

SANKO Üniversitesi Öğr. Üyesi Prof. Dr. Bünyamin Kısacık: “Son yıllarda fizik muayenenin önemi ihmal edilmektedir” Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğr. Üyesi Prof. Dr. Bünyamin Kısacık, sempozyumda yaptığı konuşmada; son yıllarda fizik muayenenin öneminin ihmal edildiği ve bunun artarak devam etmesinin tıbbın geleceği adına kaygı verici olduğunu söyledi. Hikaye alma ve fizik muayenenin tıp sanatının en önemli parçası olduğunu belirten Prof. Dr. Kısacık, “Hikaye alma ve fizik muayeneyi en iyi şekilde yapmaya özen gösterilmesi gerekmektedir” dedi. İki oturum şeklinde yapılan sempozyumda romatizmal muayenenin teorik süreçleri ve farklı romatizmal hastalıklara sahip hastaların muayenesine ilişkin konular anlatıldı. Sempozyuma konuşmacı olarak katılan, Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğr. Üyesi Prof. Dr. Süleyman Serdar Koca ise fizik muayenenin her hasta için bir bütün olarak yapılması gerektiği ve ihtiyaç halinde tekrarlamak gerektiğine değindi. Ayrıca iyi hikaye alma, fizik muayene doğru test isteme, gereksiz tetkikten sakınmanın maddi tasarrufu da beraberinde getireceğine dikkat çekti. İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğr. Üyesi Doç. Dr. Servet Yolbaş da gerek diğer hastalıklar gerekse romatolojik hastalıklarda fizik muayene ve hikaye almanın diğer hiçbir tanı yöntemiyle mukayese edilemeyecek kadar önemli olduğunun altını çizdi. Prof. Dr. Bünyamin Kısacık öncülüğünde SANKO Üniversitesi Hastanesi Anadolu Toplantı Salonunda düzenlenen sempozyuma, iç hastalıkları uzmanları ve asistanları ile tıp fakültesi öğrencileri yoğun ilgi gösterdi. (FA-LO-Y)

12 Mart Dünya Glokom Günü Haber

12 Mart Dünya Glokom Günü

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Pelin Özyol, 40 yaş üstü kişilerde glokomun (göz tansiyonu) erken tanı ve tedavinin olmadığı durumda kalıcı görme kaybına yol açabileceğini kaydetti. 12 Mart Dünya Glokom Günü nedeniyle açıklama yapan Prof. Dr. Özyol, glokomu; göz içi basıncının artmasından kaynaklı ortaya çıkan ve göz sinirinde beliren yıpranma olarak tanımladı. Glokomun göz içindeki sıvının yeterince dışarı atılamadığı durumlarda ortaya çıktığını belirten Prof. Dr. Özyol, şu bilgileri verdi: “Göz içi sıvısı gerektiği kadar dışarıya atılamadığında göz içindeki basınç artarak, görmemizi sağlayan sinir hücrelerini tahribata uğratır. Bu durumda göz siniri hücreleri zarara uğrayarak, göz çevresinden merkezine doğru görme kaybı yaşanmaya başlar. Basınçta belirgin artış olmadan da yapısal nedenlerle göz içi basıncına hassas olan gözlerde aynı olayın gerçekleşmesi mümkündür. Hücrelerin tümü öldüğü zaman kalıcı total (bütünsel) görme kaybı oluşur.” GLOKOMUN GÖRÜLME YAŞLARI Glokomun 40 yaş üzeri gizli ilerleyen bir hastalık olduğunu ifade eden Prof. Dr. Özyol, “Özellikle genetik yatkınlık nedeniyle ailesinde glokom hastalığı öyküsü olanlar, yüksek dereceli miyop hastalar, diyabeti olan hastalar ve gözüne darbe alan hastalar glokom açısından risk taşır” ifadelerini kullandı. TEDAVİ SEÇENEKLERİ İlaç, lazer ya da cerrahi olarak hastalığa müdahale edilebileceğini anımsatan Prof. Dr. Özyol, tedavi konusunda şu bilgileri paylaştı: “Gizli ve sinsi ilerleyen glokomun erken teşhis ve tedavisi için özellikle 40 yaş üstü kişiler rutin göz muayenesi yaptırmalıdır. Glokomun oluşumu gözün yapısı, birtakım göz hastalıkları ya da göze alınan darbelere bağlı olabilir. Erken teşhis konduktan sonra tedaviyle görme kaybını engellemek mümkündür.”

Romatizma Hastaları Kışa Hazır Mı? Haber

Romatizma Hastaları Kışa Hazır Mı?

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğr. Üyesi, Romatoloji Uzmanı Prof. Dr. Bünyamin Kısacık, romatizma hastalarının hem hastalığın kendisi hem de kullandıkları ilaçlar nedeniyle yaşamlarına çok dikkat etmesi gerektiğini söyledi. Prof. Dr. Kısacık,” Romatoloji hastalarında düzenli poliklinik takibi, kilo kontrolü, düzenli egzersiz, sigarayı bırakmanın yanı sıra, takip eden romatoloji uzmanı tarafından önerilecek vitaminler ve mineraller tedavinin başarısını artırmaktadır” dedi. Kış aylarının soğuk ve enfeksiyonların çok görüldüğü bir dönem olması nedeniyle romatizma hastaları için daha da önemli olduğunu kaydeden Prof. Dr. Kısacık, romatoloji hastalarına şu önerilerde bulundu: “1. Sıcakta Kalın: Soğuk havalarda eklemlerdeki katılık artış gösterir, ayrıca bağ doku romatizmalarında ellerde renk değişikliği artar. Bu yüzden gerek evde gerekse dışarıda sıcak olmalıyız. 2. Egzersiz: Çoğu hastamızın en sık yaptığı egzersiz olan açık alan yürüyüşlerini kışın yapmadıklarını/yapamadıklarını görüyoruz. Bu durum eklem katılığını artırmaktadır. Bu yüzden ev içi germe egzersizleri yapılabilir. Bilmiyorum demeyin lütfen internette bir dakika içerisinde yüzlerce germe egzersizi karşınıza çıkmakta. Hiç bulamazsanız önerilerimin de olduğu YouTube kanalımdan bu egzersizlere ulaşabilirsiniz. 3. En Kritik Öneri Beslenme: Burada bir noktaya özellikle dikkat çekmek isterim; beslenmeden kastımız asla bol bol kalori alıp kilo alalım değil. Balık, zeytinyağı, taze meyve sebze, ceviz gibi faydalı kuruyemişler çok önemli. Buna ilave olarak C vitamini içeren meyveler hiç unutulmamalı. 4. Sıvı Tüketimini İhmal Etmeyelim Lütfen: Kış aylarında soğuğun etkisiyle sıvı tüketimi genellikle azalmaktadır. Ancak sıvı tüketimi ve sıvı dengesi hastalığın kontrolü açısından büyük önem taşımaktadır. 5. Hava Durumu Takibi: Hava durumu takibi önemli çünkü romatizma hastalarında kemik erimesi sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Bu yüzden karlı ve buzlu havalarda kayıp düşmemek gerekiyor. Bu konu çok önemli lütfen aklımızda tutalım. 6. Kullanılan İlaçlar: Verdiğimiz ilaçların birçoğu vücut direncimizde kısmen zafiyet oluşturmakta. Bu yüzden ateşli enfeksiyon durumlarında bazı ilaçların kullanımına ara vermek gerekebilir. Bu durumlarda tedavinizi takip eden doktorunuzla irtibata geçmenizi öneririm. 7. Düzenli Poliklinik Kontrolü: Hastalığınızı takip eden romatoloji uzmanının sizi bilmesi ve tanıması çok önemli. Çünkü hastada görülecek değişiklikler büyük önem taşımaktadır. Takip eden doktorun kontrol için önerdiği sürelerine uymak önemlidir. Gerek hastalık şiddeti gerekse ilaçlar nedeniyle gelişebilecek yan etkiler açısından lütfen düzenli kontrolleri ihmal etmeyelim.”

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.