16 yıllık “muhafazakâr demokrat hikâyenin” son olayı, Rahip Brunson’un serbest kalması ve ülkesine dönmesidir. Bu olay, hikâyenin en heyecanlı kısmıdır. Papaz verildi ama Amerika da dize getirildi edaları… İktidar bu olaydan da kendisine bir kahramanlık payesi çıkartmalıydı. Ve sözcüler: “Türkiye kararlı duruşundan hiçbir zaman taviz vermemiştir. ABD, bize zorla, tehditlerle bir şey yaptıramayacağını anlamıştır” deyiverdiler. Taviz vermediler amma Brunson’u verdiler. Brunson; ajanlık, 15 Temmuz kalkışmasının örgütlenmesi, terör örgütlerine yardım ve yataklık, kışkırtıcılık yapmakla suçlandı. Bağımsız yargı, bütün bu suçlamalar karşısında 3 Yıl 1 Ay 15 Gün ceza verdi. Hikâyeyi yazanlar böyle yazıyor işte…
Merkel istedi, “Deniz Yücel” serbest bırakıldı. Trump istedi, “Brunson” bırakıldı. Ama hala bugün, 28 Şubat mağdurları hapiste. Darbeden haberi dahi olmayan 3 günlük erler, 18 yaşındaki Harbiye öğrencileri hala hapiste. Deniz Yücel’e, Brunson’a gösterilen müsamaha, niçin bu ülkenin gariban insanına gösterilmiyor? Düşünen kimseler için ibretlik bir hikâye…
ABD
ABD, ne ABD imiş, meğer… Yazılan hikâyenin stratejik ortağı, daha dün düşman ilan edilen ABD, bugün yeniden dost oluverdi. Binlerce tır silahı, terör örgütüne veren bu ABD değil miydi? Suriye’yi, Irak’ı, Libya’yı, Yemen’i paramparça eden, bu ABD değil miydi? Bu ABD değil miydi, onlarca şehit vermemize sebep olan. Erbakan Hocamızın “bana ne Amerika’dan” dediği Amerika, bu Amerika değil mi? Evet bu Amerika, hiçbir zaman Türkiye’nin dostu olmadı, olması da mümkün değildir. ABD demek, İsrail demektir. ABD demek, vaat edilmiş topraklar üzerinde “Büyük İsrail’i” kurmak için, İslam ve Müslümanlarla savaşmak demektir. “Büyük İsrail” demek, Türkiye’nin bölünmesi, parçalanması, İsrail’e vilayet yapılması demektir. ABD bu ise, yazdığınız hikâyede “ABD stratejik ortaklığının” anlamı nedir? ABD ve İsrail tiyatrosunda “İslam” piyesi oynanmaz, oynansa, oynansa “işbirlikçilik” piyesi oynanır. Biliniz ki işbirlikçiliğin sonu zillettir.
KRİZ
Bilinen ve yaşanan sıkıntıların inkâr edilmesi, gerçeği yok etmiyor. “Türkiye’de kriz” yok denmekle, yok olmuyor. Ülkemizde, uygulanan yanlış politikalar yüzünde büyük krizler yaşanıyor. AB uyum yasaları yüzünde Türkiye’de, büyük bir ahlak ve maneviyat krizi yaşanıyor. Aile kurumu çökertilmiş bir Türkiye, geleceğine umutla bakamıyor ve insan kaynakları tükeniyor. Türkiye’de bir materyalist eğitim krizi yaşanıyor. Yaklaşık 20 milyon gencimiz, bu sakat eğitim ile ifsat edilerek, bilinçli bir şekilde İslam’dan uzaklaştırılıyor. Bu, Türkiye’nin güvenliğini ve geleceğini tehdit eden önemli bir krizdir. Aynı zamanda Türkiye, büyük bir ekonomik krizin içindedir. Bu krizin temelinde ise “faiz, zulüm vergileri, israf ve borçlanmaya dayalı para sistemi” bulunmaktadır. “Faiz dünya gerçeğidir, paranın dini imanı olmaz” denilerek “faizci kapitalist düzeni” benimsemek ve yürütmek başlı başına bir krizdir. Rabbimiz, faizin kriz sebebi olduğunu bize bildirmiştir. BAKARA 275: “Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin (yatağından veya kabrinden) kalktığı gibi kalkarlar. Bu onların, ‘alışveriş de faiz gibidir’ demeleri yüzündendir…” Faiz, varlıkları bitirir ve Allah ve Resulüne karşı açılmış bir savaştır. BAKARA 279: “Şayet (faiz hakkında yapılan uyarılara) uymazsanız, Allah ve Resulü ile savaş halinde olduğunuzu bilin…” Hükümet edenler, Kur’an’ın bu ayetlerini bildikleri halde, borçlanma faizlerini 25’ler seviyesine çıkarmışlardır. Bu tercih, Allah ve Resulü ile savaşmak tercihidir. Bu ilahi ikaza rağmen “faizci düzende” ısrar edilirse, bunun sonu yok olmaya gider. Bunun için yaşanan kriz, “Brunson” değil “faizci düzen” krizidir. Şeytan ile dostluk edenin varacağı menzil bataklıktır. Çözüm; Milli Görüşün- Saadet Partisinin teklif ettiği “Adil Düzen”e geçmektir. Bu değişim olmadan hiçbir kriz çözülemez.
BİR HİKÂYE YAZACAKSAN
Bir hikâye yazacaksan eğer, bu hikâyenin içinde hakkı üstün tutmak, nefis terbiyesini esas almak, maneviyatçılık olmalıdır. “Önce ahlak ve maneviyat” dikkate alınmadan yazılacak her hikâyenin sonu hüsran ile biter. Bir hikâye yazacaksan eğer, içinde “Kıbrıs zaferi” gibi kahramanlıklar bulunsun. Bir hikâye ki, maddi ve manevi kalkınmayı birlikte hedeflemiyor, faiz ve rantı değil, üreterek kalkınmayı, sanayileşmeyi, tarım ve hayvancılığı geliştirmeyi konu edinmiyorsa, bu hikâye bir aldanma ve aldatma hikâyesidir. Bir hikâye ki, Milli Görüş’ü anlatmıyorsa, bu milletin inancını, tarihini, ruh kökünü, kimliğini yansıtmıyorsa, barış ve kardeşliğe katkı vermiyorsa, bu hikâye bizim hikâyemiz olamaz. Benim de bir hikâyem olsun diye hikâye yazılmaz. Bir hikâye yazacaksan Necmettin Erbakan gibi yazacaksın arkadaş. Selam ve dua ile.....