Son bir yıl içerisinde yüze yakın kadın cinayeti yaşandı. Bu cinayetlerin yüzde altısında, kadınların devlet koruması altında oldukları halde öldürülmüş olmaları dikkat çekiyor. Sokakta, evde, mahkemede, sokak ortasında... Kadınlar her yerde ve her şartta öldürülüyor. Katilleri kimi zaman eski eşleri, kimi zaman ayrılmak istedikleri sevgilileri, kimi zaman ise kimin öldürdüğü bile belli olmayan karanlık odaklar. Ve Türkiye'de artık neredeyse her yeni güne bir kadın cinayeti haberiyle başlıyoruz.

Bu, sadece bireysel bir şiddet problemi değil. Bu, bir devlet organizasyonu ve toplumsal yapı sorunudur. Adaletin caydırıcı olmaması, koruma sistemlerinin işlememesi ve siyasi iktidarın bu meseleyi gerçek anlamda sahiplenmemesi, sorunu kangrene çevirmiştir.

SORUNUN KAYNAKLARI

Kadın cinayetleri, münferit olaylar değildir. Arkasında sosyolojik, ekonomik ve siyasi nedenler yatmaktadır:
Cezasızlık algısı: Mahkemelerde "haksız tahrik indirimi" gibi uygulamalar, kadınları öldüren erkeklere adeta cesaret vermektedir.

Devletin yetersiz koruması: Şiddet tehdidi altındaki kadınlara verilen koruma kararları ya uygulanmıyor ya da denetimi sağlanamıyor.

Toplumsal cinsiyet rolleri: Kadını “itaatkâr eş” ve “fedakâr anne” rolüne sıkıştıran zihniyet, bu rollerin dışına çıkan kadınları hedef haline getiriyor.

Ekonomik bağımsızlık eksikliği: Kadınlar ekonomik özgürlüklerinden yoksun olduklarında, şiddet dolu ilişkilerden çıkmaları da zorlaşıyor.

Siyasi sorumluluktan kaçış: Özellikle Cumhur İttifakı'nın, kadına yönelik şiddetle mücadelede sergilediği isteksizlik, sorunun çözülmesini değil, derinleşmesini sağlıyor.

CUMHUR İTTİFAKI'NIN TUTUMU

Adalet ve Kalkınma Partisi ile MHP'nin oluşturduğu Cumhur İttifakı, kadına yönelik şiddet konusunda maalesef ciddi, yapısal ve sonuç odaklı bir politika üretmekten uzaktır. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması, sadece sembolik bir geri adım değil, aynı zamanda devletin şiddet karşısında tarafsız kalacağının ilanıdır. Kadınları korumakla görevli mekanizmaların etkisizleştirilmesi, emniyet ve yargı birimlerinin duyarsız yaklaşımı, iktidarın bu meseleye öncelik vermediğinin açık göstergesidir.

Bu karanlık tabloyu değiştirmek mümkündür. Ama bunun için kararlılık ve siyasi irade gerekir:

1. İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönülmelidir.

2. Kadına yönelik şiddet davalarında ağırlaştırılmış cezalar getirilmeli, indirimler kaldırılmalıdır.

3. Koruma kararlarının denetimi artırılmalı, elektronik kelepçe uygulaması yaygınlaştırılmalıdır.

4. Kadın sığınma evlerinin sayısı artırılmalı, psikolojik ve hukuki destek mekanizmaları güçlendirilmelidir.

5. Toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimi, ilkokuldan itibaren zorunlu hale getirilmelidir.

6. Medya ve kamu spotlarıyla erkek egemen zihniyetin dönüşümü sağlanmalıdır.

7. Şiddet faili erkeklere yönelik rehabilitasyon ve zorunlu eğitim programları uygulanmalıdır.

Bir toplum, kadınlarını koruyamıyorsa, hiçbir başarının anlamı yoktur. Ekonomi büyüse ne olur? Yollar yapılsa ne olur? Eğer bir kadın, sadece ayrılmak istediği için öldürülüyorsa, o toplumda hukuk da yoktur, adalet de, devlet de. Biz bu karanlık döngüyü ancak kadınla omuz omuza, kadının yaşam hakkına saygı duyarak kırabiliriz.

OKUYUCUYA SORUYORUM?

Sizce devletin kadın cinayetlerini engellemekteki en büyük zaafı nedir?

İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması kadınların hayatını nasıl etkiledi?

Şiddetle mücadelede toplumun her bireyine düşen rol ne olmalı?