Gazetemize konuk olan Anadolu Basın Birliği Genel Sekreteri, yazar ve senarist Serkan Arslan ile yazarlık serüvenini, kitaplarını ve yakında çekimlerine başlanacak olan yeni filmi üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

“Bir yazardan çok okur olmayı tercih ederim”

Kitaplarının çoğunda saklı kalmış duygulara, iç dünyamızdaki görünmeyen odalara ışık tutmaya çalıştığını belirten Arslan, “Aslında bir yazardan çok, okur olmayı tercih eden biriyim,” diyerek sözlerine başladı devam etti:

“Süreç okumayla başladı, daha doğrusu babamdan aldığım öğütlerle… Okumanın keyfine varan bir çocuktum. Zamanla yazmaya karar verdim. İlk kitabımdan itibaren hayata şiirle başlayıp kurgu ve düşüncelerimi sosyolojik anlamda topluma, görünmeyen yüzleriyle anlatmaya çalıştım. Freud’un da dediği gibi, içimizde bazı odalar karanlıkta kalır. Işık içeri sızınca bazı şeyler gün yüzüne çıkar. Ben de bu duyguların ortaya çıkmasını seven biriyim.”dedi.

“Savaşlar cinsiyeti yoktur”

Arslan, son kitabından bahsederken ise Tebriz’den İstanbul’a göç etmek zorunda kalan bir Türkmen ailesinin yaşadığı savaş ve göç travmalarına odaklandığını dile getirdi. Kadın ya da erkek ayrımı yapmadan savaşın insan üzerindeki etkilerini anlattığını ifade eden Arslan, şunları dile getirdi:

“Savaşın cinsiyeti ortadan kaldırdığını, insanı sadece insan olarak bırakışını göstermek istedim. Ana karakterimiz genç bir kız çocuğu. Kendini hiç sahiplenilmemiş gibi hissediyor. Ama sonra biriyle karşılaşıyor. Ona duygularını sözle değil, hisleriyle ifade etmeyi öğretiyor. Kitaplarım genellikle tek bir duygu üzerine yazılmaz. İnsan, tekdüze bir varlık değildir. Geçmişin izleri, geleceğin kaygısı ve bugünün baskısıyla bir bütünüz.”dedi.

“Gölgeler ve Maskeler” yeni bir yolculuk başlıyor

Yazar ve senarist kimliğinin yanı sıra, sinemaya da adım atan Serkan Arslan, Eylül ayında çekimlerine başlanması planlanan uzun metraj filminden de bahsetti. Filmin adının “Gölgeler ve Maskeler” olmasını düşündüğünü dile getiren Arslan, bu film insanın içsel çatışmalarıyla toplum önündeki yüzü arasındaki farkı konu alıyor diyerek filmin ana konusundan bahsederken şu şekilde devam etti:

“Günlük hayatta takındığımız maskelerle, yalnız kaldığımızda yüzleştiğimiz gölgeler arasında bir fark vardır. Bunu göstermek istedim. “Temaşa” adlı kısa filmimiz Avrupa’da ödüller aldı. Şimdi daha profesyonel bir adımla, festival filmi çekmek istiyoruz. Filmde; bir sosyolog, bir imam, bir psikolog ve yolda olmayı öğrenmiş ama hiçbir zaman istediği noktaya ulaşamamış bir adamın öyküsü var.”

Filmin açılış sahnesinin bir buğday tarlasında geçeceğini belirten Arslan, bu tercihin nedenini ise şöyle açıkladı:

“Buğday tarlası sonsuzluğu simgeler. İnsan varamadığı noktayı hayal edemez. Bu yolculukta, karakterimiz de nereye gittiğini bilmeden kaybolacak. Ardından yeşillikler içinde, mevsimlerin değişen tonlarıyla ruhsal bir yolculuğa çıkacak. Bu film, görünme kaygısıyla değil, insanın özüne dönüşüyle ilgilidir.”

“Görünmekten Korkuyorum”

Sözlerinin sonunda “Bu filmde sizi görebilecek miyiz?” sorumuza ise oldukça içten bir cevap verdi:

“Görülmek, benim en büyük korkularımdan biri. Çok iyi bir konuşmacı da değilim aslında. Ama bugün burada olmak, gelecek için bir hatıra bırakmak istedim. Bundan sonraki hiçbir yazımda ya da filmimde yer almak gibi bir isteğim yok. Işıkları kapatıp, önümdeki düşünceyi yarına nasıl taşıyabilirim, onun hayalini kuruyorum.”

Serkan Arslan’ın içsel derinliği ve anlatı gücü, yazın dünyasında olduğu kadar sinema yolculuğunda da dikkatle izlenmeye değer.

“Gazeteci önce kendine saygı duymalı”

Serkan Arslan, uzun yıllardır köşe yazarlığı yapan bir isim olarak, gazetecilik mesleğine dair çarpıcı değerlendirmelerde bulundu. Gazetecilik mesleğinin en büyük sınavı ilkelere olan sadakat olduğunu dile getiren Arslan, şu ifadeleri kullandı:

“Uzaktan eleştirmek her zaman kolaydır”

“Ben gazeteci değilim ama köşe yazarı olarak yıllardır hem yerel hem ulusal basında yazıyorum. Gazetecilikte hep şu tabir kullanılır: ‘Satılmış gazeteciler dönemi’. Ama bunu söyleyen kişi önce kendine bakmalı. Bir yanlışın önünde durmak için, o yanlışın karşınıza gelmesi gerekir. Uzakta durup eleştirmek kolaydır.”dedi

“İlkelerine sadık olmayan her gazeteci bir gün mutlaka fire verir”

“Bir yarışta gazeteci tarafsız olmalı ama bir kavgada tarafsız olunamaz. Bu mesleğin kutsal bir yönü varsa, o da ilkelerdir. Dürüstlük, adalet, inanç… Bu değerlere sahip olmayan bir gazeteci bir gün mutlaka bir yerden fire verir.”dedi

“Haysiyet, Şöhret ve İtibar”

Gazetecilik mesleğini sadece teknik bir iş olarak değil, insani bir duruş meselesi olarak da gören Arslan, üç temel kavramı vurguladı:

“Önce haysiyet gelir, sonra şöhret, en nihayetinde de itibar. Haysiyet kendine duyulan saygıdır. Şöhret, halkın verdiği bir nimettir. Ama itibar, bu ikisinin ortasında çok güzel bir noktada durur. Parayla sınanıyorsanız ve düşüyorsanız, o zaman bu sınavdan kalmışsınız demektir.”dedi

“Kalemini Satmayanlar Bu Toprağın Sessiz Kahramanlarıdır”

Türkiye’nin zor dönemlerinde gazetecilik yapan onurlu isimleri hatırlatan Arslan, genç kuşağa da mesaj verdi:

“Uğur Mumcu’lar, Nihat Genç’ler sadece görünen yüz. Ama bu topraklarda, adını bilmediğimiz, kalemini satmayan çok insan var. 1920’lerin matbaasına sırtında kurşunla haber yetiştiren bir adamın çektiği zorluğu bugün kimse yaşamıyor. Bu yüzden biz, saklı ama onurlu kalemler olarak yazmaya devam edeceğiz. Şöhret anlık olabilir, ama ilke sonsuzdur”dedi.

Kaynak: Haber Merkezi