Her kralın bir soytarısı olurmuş, sanırım daha sonra bu her köyün, şehrin, kentin delisine dönüştü…

İnsanın kendine sorası geliyor; ne kadar deliyiz?

Ancak ne kadar akıllı olduğumuza deliliğimize bakarak karar verebiliriz. Onun için sorun ne kadar akıllı olduğumuzda değil, ne kadar deli olduğumuzda yatar gibi geliyor bana.

Deliliğin ölçüsü-boyutu, çağa, mekana, kişiye göre değişiyor.

Araçlara ayrılmış bir yolda yürümeye kalkarsanız, görenler deli olduğunuzu düşünecekler. Oysa yakın tarihe kadar araç diye bir şey yoktu, daha sonra kaldırımlarla birlikte oluştu ve siz kaldırımlarda yürümek zorundasınız.

Delilik modernizemle birlikte gelişen bir kavramdır, bana göre önemi artarak sürmektedir.

Ancak söylemek istediğinizi delilik kisvesi altında rahat söyleyebilen durumuna gelme acı bir şey, akıllı olunca insana laf söyletmiyorlar…

Kralın soytarısından farklı bir durum yani, kral soytarının konuşmasına istediği zaman izin verir, soytarı için kelle hep koltuktadır.

Oysa delilik farklı bir şey, başta dokunulmazlığınız var, kelle zaten yok ki koltukta olsun…

Delilik ayrıcılık demektir…

Yerine göre bir erdem.

Yerine göre ise zulümdür.

Bilgelik yönü zevklidir…

Konuş konuşabildiğin kadar…

Bir insanın deliliğini bilip bilmemesi de çok önemlidir.

Deliliğini bilmek erdemli bir kişi, bilmemek sizi meczup yapar…

Roza Luxemburg’ un bir sözü var; Harekete geçmeyenler zincirlere bağlı olduklarının farkına bile varmazlar.

Harekete geçmezseniz delilik sınırlarını bilemezsiniz…

Bir  “ deli “ de İspanya’ dan çıktı; Juan Manuel Sanchez Gordillo, adamın işi Marinaleda Belediye Başkanlığı. Bildiğimiz Belediye Başkanlarının dışında bir tip, marketleri soyup halka dağıtıyor, bu yönünü popülist bulabilirsiniz ama adam yoksullara kurduğu çadırlarda yaşıyor. Sorumlu olduğu insanların suni bulduğu küresel krizin faturasını ödemelerini istemiyor.

Biz de ödemek istemiyoruz …