Avrupa Birliği’nin göç politikasında yıllardır çözülemeyen çatlaklar, yeni “Göç ve İltica Paktı” tartışmalarıyla yeniden gün yüzüne çıktı. Brüksel’in sığınmacıların üye devletlere nüfus ve GSYH oranlarına göre dağıtılmasını öngören planı, özellikle Varşova ve Budapeşte eksenindeki sertlik yanlısı hükümetler tarafından geri çevrildi. Polonya, Macaristan, Slovakya ve Çek Cumhuriyeti, AB Komisyonu’nun dayanışma yükümlülüklerini açıkça reddederek bir kez daha Birliğin karar alma mekanizmasına meydan okuyor.

Peki bu restleşme ne anlama geliyor? AB gerçekten de bir “göç isyanı” ile mi karşı karşıya? Ve yıl sonundaki kritik AB Zirvesi öncesi birlik içinde hangi fay hatları belirginleşiyor? Tartışmanın arka planına ve muhtemel sonuçlarına yakından bakalım.

Göç Krizinin AB’ye Bedeli: Dayanışma mı, Zorunluluk mu?

Avrupa Komisyonu’nun geçtiğimiz günlerde açıkladığı yeni dağıtım planı, güney Avrupa’da İtalya, İspanya ve Yunanistan’ın taşıdığı yükü azaltmayı amaçlıyor. Bu üç ülke 2015’ten bu yana AB’nin dış sınırlarında adeta bir tampon bölge işlevi görüyor; Akdeniz’den ve Balkan rotasından gelenlerin ilk durakları olmaları nedeniyle sığınma başvuru sayıları Avrupa ortalamasının çok üzerinde.

Göç ve İltica Paktı’na göre tüm ülkeler üç seçenekten biriyle dayanışmaya katkı yapmak zorunda:

Belirli sayıda sığınmacıyı kabul etmek,

Kabul etmeyi reddettikleri her kişi için 20 bin avro ödemek,
“Baskı altında” ülkelerde operasyonel desteği finanse etmek.
Toplamda 30 bin yeniden yerleştirme ve 600 milyon avro minimum finansman gerekiyor. Komisyon bu rakamların artırılabileceğini ima etse de planın nihai şekli üye devletlerin yılbaşından önceki müzakerelerine bağlı.
Bu çerçeve, teoride zorunlu bir dayanışma modeli sunuyor. Ancak pratikte AB'nin doğu kanadı bu zorunluluğu tamamen reddediyor.

Varşova–Budapeşte Ekseni: “Ne göçmen alacağız ne para ödeyeceğiz!”
Polonya ve Macaristan uzun süredir Brüksel’in göç politikalarının en sert eleştirmenleri. Yeni plan açıklanır açıklanmaz iki ülkenin liderleri mesajlarını sert ifadelerle verdi:
Polonya Başbakanı Donald Tusk:
“Polonya Göç Paktı kapsamında göçmen kabul etmeyecektir. Bunun için ödeme de yapmayacağız.”
Macaristan Başbakanı Viktor Orban:
“Göç Paktı’nı uygulamayacağız. Göçmenleri kabul etmeyeceğiz ve tek bir forint bile ödemeyeceğiz.”
Orban’ın seçimlere giderken “sıfır göçmen” politikası üzerinden kampanya yürütmesi bekleniyor. Benzer şekilde Slovakya Başbakanı Robert Fico ve yeni Çek liderliği de ulusal güvenlik gerekçeleriyle plana karşı çıkıyor.
Bu ülkelerin tepkisi sadece ideolojik değil; aynı zamanda iç politikaya dair güçlü bir mesaj niteliği taşıyor. Göç karşıtı tutum, bu ülkelerde uzun süredir oy getiriyor ve hükümetler bu alanı Brüksel ile bir güç gösterisi sahasına dönüştürmüş durumda.
AB Hukuku Ne Diyor? Üye Devletler Kota Sistemini Reddedebilir mi?
Teorik çerçeve açık: AB üyeleri dayanışmaya katılmak zorunda. Ancak sistem, belirli ülkelerin "aşırı göç baskısı" altında olması durumunda muafiyet talep edebilmesine imkân tanıyor.
Komisyon’a göre şu an:
Polonya ve Çek Cumhuriyeti
Artan göç akışı nedeniyle muafiyet başvurusunda bulunabilecek durumda. Bu ülkelerin Brüksel’e resmî talepte bulunacağı belirtiliyor.
Fakat Macaristan ve Slovakya mevcut kriterlere göre muafiyet hakkına sahip değil. Bu durum, hukuki tartışmayı daha da karmaşık hale getiriyor. Zira kriterler dışında kalan bir ülkenin muafiyet için baskı yapması, AB içinde kazananı olmayan bir sürtüşmeye dönüşebilir.
Muafiyetin kabul edilmesi için AB’nin toplam nüfusunun en az %65’ini temsil eden 15 üye devletin onayı gerekiyor. Yani süreç siyasi pazarlığa açık; üstelik son derece hassas.
Tehlikeli Senaryo: Dayanışma Havuzunun Çökmesi
Bir ülkenin muaf tutulması halinde payı diğer ülkelere aktarılmıyor. Bu da göç baskısı altındaki ülkelerin daha az destek alması anlamına geliyor.
Dolayısıyla çok sayıda ülke muaf tutulursa:
İtalya, İspanya ve Yunanistan’ın yükü artacak,
AB’nin ortak göç politikası daha başlamadan işlevini yitirebilecek,
Dayanışma havuzu fiilen çökecek.
AB diplomatlarının açıkça dile getirdiği kaygı da bu:
“Üye devletlerin çoğunluğu yeniden yerleştirmeleri reddederse Komisyon hepsine ceza veremez. Bu kuralları sahada uygulamak çok zor olacak.”
Bu ifade, AB’nin karar alma mekanizmasının zayıf noktalarına ayna tutuyor. 27 ülkenin oydaşması gereken konularda her ulusal seçim, her koalisyon değişikliği ve her popülist çıkış, Birliği yeni bir krize sürükleyebiliyor.
Doğu–Batı Ayrımı Derinleşiyor mu?
Göç konusu, Avrupa’da uzun süredir yalnızca insani ya da ekonomik bir mesele değil; aynı zamanda siyasi kimlik, kültürel aidiyet ve egemenlik tartışmalarının merkezinde yer alıyor.
2015 krizi sırasında oluşan batı–doğu ayrımı, aradan geçen yıllara rağmen kapanmadı; tam tersine kurumsal yapılara da yansıdı. Bugün yaşanan tartışma, aslında o kırılmanın kalıcılaştığının göstergesi.
Doğu Avrupa ülkelerinin argümanı şu:
Toplumsal dokuları daha homojen,
Göçmen entegrasyonu konusunda deneyimleri az,
Müslüman veya farklı kültürel grupların varlığını ulusal kimlik için tehdit olarak görüyorlar,

Avrupa’nın sömürge geçmişinde yer almadıkları için Afrika–Orta Doğu kaynaklı göçü “kendi sorumlulukları” olarak görmüyorlar.

Batı Avrupa ülkeleri ise dayanışma mekanizmasının hayati olduğunu ve ortak sınırların ortak sorumluluk getirdiğini savunuyor. Bu karşıtlık, AB’nin gelecekteki bütünlüğü açısından ciddi bir stratejik risk oluşturuyor.

Yılın Son Zirvesi Kritik: Çatışma mı, Uzlaşma mı?

Tüm bu tartışmalar, AB liderlerinin 18–19 Aralık Zirvesi öncesinde ciddi bir gerilim yaratmış durumda. Perde arkasında yoğun diplomasi trafiği işliyor ancak tarafların pozisyonları son derece katı.
Üç olası senaryo öne çıkıyor:

1. Kısmi Muafiyetlerle Geçici Uzlaşma

Brüksel, Polonya ve Çek Cumhuriyeti için geçici bir muafiyet tanıyabilir. Bu, çatışmayı bir süreliğine dondurur ancak göç mimarisinin kalıcı çözümü olmaz.

2. Siyasi Bloklaşmanın Derinleşmesi

Macaristan ve Slovakya’nın hukuki dayanağı olmasa da itirazlarını sürdürmesi halinde AB içinde yeni bir doğu bloku oluşabilir. Bu, hukuki yaptırımları bile gündeme getirebilir.

3. Planın Fiilen İşlevsiz Kalması

Çok sayıda ülkenin gönülsüzlüğü nedeniyle mekanizma kâğıt üzerinde var olur ancak uygulanamaz. Bu da güney Avrupa ülkelerinin yalnız bırakıldığı bir göç düzeni anlamına gelir.

Sonuç: AB’nin En Kırılgan Sınavı Göç Politikası Olmaya Devam Ediyor

Avrupa Birliği için göç, ekonomik entegrasyondan siyasi birliğe uzanan geniş bir zeminde en kırılgan kırılma noktası olmaya devam ediyor. Doğu Avrupa’nın sert çıkışları, sadece geçici bir restleşme değil; AB’nin gelecekteki yönü üzerinde belirleyici olabilecek bir güç mücadelesi.

Göç ve İltica Paktı’nın geleceği ise büyük ölçüde Aralık zirvesinde kurulacak siyasi dengeye bağlı. Bu süreç, AB’nin “ortak değerler” söylemi ile üyelerin “ulusal öncelikleri” arasındaki çelişkinin ne kadar derin olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.

Birliğin dayanışma kapasitesi test edilirken, Avrupa’nın göç konusundaki bölünmüşlüğü de kalıcı bir jeopolitik gerçeklik haline geliyor.

Kaynak: Euronews
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar