Evime temizlikçi kadın çağırmam. Bilirim ki onlar evime girdikten sonra ben ay kendime gelemem. Aradığım hiçbir şeyi haftalarca yerinde bulamam. Çünkü o birçok şeylerin yerini değiştirmiş olur. Bir çok şeyleri de bana çaktırmadan çöpe atacaktır.
Dahası, evime son gelen temizlikçi başına böyle bir iş açtı ki, az kalsın kendimi Silivri’de buluyordum. Eğer sabrınız varsa, sırasıyla anlatacağım.
Adının Cennet olduğunu söyleyen kadın kapıma dilenci olarak gelmişti. Dilencilere para yardımı yapmayı sevmem. “Kendisi muhtacı himmet bir dede, kaldı ki gayriye himmet ede” örneği onlara verecek kadar para artıramam ki…
Birkaç kez yüreğimin inceliğine yenilip para verdiklerim oldu. Onlar da beni hayal kırıklığına uğrattı. Benim gibi dilenmez dilenci sandıklarım birinci sınıf profesyonel dilenci çıktı.
Neyse, bunları geçelim. Konu dışında kalıyorlar. Kapıma gelen dilenci kadın 40-50 yaşlarında vardı. Dana gibiydi. Benden sağlıklıydı.
“Niçin dilencilik yapıyorsun kadın. Maşallah sağlığın yerinde, çalışsana…” dedim.
“Ne iş yapayım?” diye sordu. “Elimden para getirecek bir iş gelmez ki?”
“Kadınsın,” dedim. “Bütün kadınların kolayca yaptıkları işler vardır. Üstelik evli olan kadınlar bu iyi bedava yaparlar.”
“Neymiş o iş?” diye sordu.
“Temizlik,” dedim.
“Temizlik yaptıracaklar da kuyruğa girdiydi,” dedi. “Bul da çalışalım.”
“Buyur, bugün bende çalış,” dedim. “Memnun kalırsam bütün arkadaşlarıma salık veririm seni. Boş kalmazsın.”
“İyi, çalışayım bari,” dedi. “Ücret ne vereceksin?”
“Piyasayı bilmiyorum,” dedim. “Herkes ne veriyorsa ben de onu veririm.”
“Temizlikçi kadınların gündeliği 100 lira dedi.”
“Yok daha neler, dedim. Benim aylığım 600 lira. Günde 20 lira kazanıp da beş katı temizlik ücreti veremem.
“O zaman temizliğini de kendin yap,” dedi. Haklıydı ama ben o işi beceremiyordum ki. Madem böyle. O zaman emekçinin hakkını emekçiye vermek gerekliydi. Gerçi bunu yapmakla bağrıma ateş düşecekti. Bir süre belimi doğrultamayacaktım. Ama başka çarem de yoktu galiba.
“Elli olmaz mı?” diye sordum umutsuzca.
Olmazmış.
Kendimi acındırmaya çalıştım.
“Yirmi lirayı hak edebilmek için ben sabahta akşama kadar, on-ok iki saat eşek gibi çalışıyorum. Sigortam bile yok. Öğle yemeğini kesemden yerim. Yol paramı kendim denkleştiririm. İşverenden işittiğim azarlar da cabası.”
“Anlamam… dedi.”Ben yüz kadımı alırım. Artı yol paramı da alırım. Öğlen yemeği de sana. Hem öyle iki domates, üç zeytin tanesi, kibrit kutusu peynire değil. Adam gibi yemek yaptıracaksın fırına.”
“Ne emredersiniz?” diye sordum. “Lahmacun mu, patlıcan kebap mı?”
“İkisi de olur,” dedi.
“Arzu edersen bir de sigorta yaptırayım.”
Sigortası varmış. Bir hayır sahibi kendisini sigortalı göstermekteymiş.
Sonunda:
“Tamam, dedim. Hepsine eyvallah. Ama gündeliğine 60 liradan fazla vermem. Günün yarısı geçti gitti zaten.
“Tamam,” dedi. “Senin hatırın için 95 olsun. Ama sakin yeni bir teklifle gelme. Piyasayı düşürüyorum diye beni temizlikçi karınlarla papaz etme.”
“Hiç değilse
“Ama iş çok çıkarsa ücretimi artırırım. Ona göre.”
“Yok yok,” dedim. Ne çoğu. Bir küçücük oda bir küçücük salon zaten evim. Her şeyim de tertipli. Sadece yerleri temizleyeceksin, tozları alacaksın, bir de duvarlarla camları sileceksin.
“Daha yok mu?” diye sordu memnuniyetsizlikle. “Bulaşık filan da olsaydı bari.”
“Yok,” dedim. “kirlenince bulaşığımı anında kendim yıkarım.
“İş çokmuş, dedi. “Doksandan aşağı olmaz. O da senin güzel hatırın için. İyi bir aile çocuğuna benziyorsun.”
İltifatları hoşuma gitmişti. Daha fazla pazarlık etmem boşunaydı galiba.
“Tamam,” deyiverdim.
Beni omzumdan itip içeriye girdi.
Sözü uzatmayalım. Bu kadın benim eşofmanlardan birini giydi. İşe camlardan başladı. Ben de boş durmuyordum. İstediklerini götürüp duruyordum. Temiz cam bezi. Camsil ilacı. Sıcak su…
Temizlikçim Cennet hanım daha ilk adımda beni düş kırıklığına uğrattı. Camların dışını silemeyecekti. Çünkü kendisinde akrofibi vardı.
Akrofobinin ne olduğunu sormadım. Ona çaktırmadan internetten bakıp öğrendim. “Akrofobi yükseklik korkusu” demekmiş.
Ben bu sözcüğü bulmacalarımda neden kullanmıyordum ki? İlk fırsatta kullanmaya başlardım artık. Herkesin de bu sözcüğü öğrenmesi gerekirdi, değil mi ama.
Lima nerenin başkentidir, bunu öğretiyorduk da akrofobiyi neden öğretmeyecektik?
Yeri gelmişken söyleyeyim. Aylık 600 lira asgari ücretle geçinilemediği için, ben de birçokları gibi ek iş yapıyordum. Pazarda limon, sokaklarda patates soğan satmayı beceremeyince, gazetelere, dergilere bulmaca düzenlemeye başladım
İşe giderken otobüste, ihtiyaç giderirken tuvalette vb… Özellikle de bu ikincisinde iş çok bereketli oluyor.
Tuvaletin her tarafı yapılmış bulmacalarla dolup taşmaya başladı. Bereket versin bu zevkli ek işimden elime üç beş kuruş geçiyor da iyi kötü geçinip gidiyorum işte.
Cennet hanımın camları dışarıdan silmemesine itiraz edemedim. Zira bende de yükseklik korkusu vardı. Onu anlıyordum. Artık bir çaresini bulurdum.
Kasaba telefon ettim, bize lahmacun yaptırdı. Bizimki lahmacunu pek beğenmedi ama üçünü beşini löpür löpür götürdü. Yanında ayran yapmıştım. Ayranı da yoğurdu yağız diye beğenmedi. Nerdeyse inek gibi bir kova içti.
Neyse, saat 16.00’ya doğru işi kendince bitirdi. Ortalığı ok götürür hale gelmişti. Bu evi yeniden eski kirli durumuna dönüştürebilmek için galiba doksan liralık bir fon daha ayırmam gerekiyordu.
Buna rağmen kadın giderken 50 lira daha vermem için tutturdu.
“Bu ne parası?” dedim.
“İş çoktu, fazla yoruldum,” dedi. İstediği 50 liranın 25 lirası fazla iş içinmiş, geri kalanı da yol parasıymış.
“Kadın, sen başka bir vilayette mi oturuyorsun? diye sordum.
Yoook, dedi. Oturduğu semti söyledi.
Oraya 180 kuruşluk otobüs biletiyle gidilir,” dedim.
Sen bana iyi baksana!” diye sesini yükseltti. “Ben senin bildiğin temizlikçilere benziyor muyum? Ben hayatımda otobüse binmemişim. Bugün mü bineceğim? Ben her yere taksiyle giderim. Bıraksaydın dilenciliğimi yapsaydım, senin verdiğinin on katı kazanırdım.”
“Merhanet et hanım, dedim. “Ben anamın cenazesine yetişmek için bile 5 lira verip taksiye binemedim. Hem başka param da yok zaten.”
“Anlamam,” dedi. “Vereceksin. Bul buluştur, ver.”
Adetim olmadığı halde sinirlendim.
“Ben de seni anlamam” dedim. “Vermiyorum. Çek arabanı.”
“Ya… Demek öyle…” dedi. Ama bu sana çok pahalıya mal olacak.”
“Bundan daha pahalısı olamaz,” defol!” diyerek ben de sesimi yükseltim,
“İmdaaat, ırzıma geçti, paramı vermiyor!” diye bağırarak beni apartmana rezil edeceğinden korktum. Neyse ki öyle yapmadı.
Merdivenleri adeta koşarak, homurdana homurdana indi gitti. O gidince evi yeniden eski haline sokabilmek için çalışmaya başladım. Tam temizlikçi kadını unutmuştum ki kapının zili çalındı. Açtım. Karşımda iki polis vardı.
“Hayırdır,” dedim. Ellerindeki evi arama belgesini gösterdiler.
“Buyurun,” dedim.
Buyurdular.
Sağı solu arama gereği duymadılar. Doğruca tuvalete gidip ne kadar yapılmış bulmacam varsa topladılar.
“Bizimle emniyete kadar geleceksin,” dediler.
“Neden?” diye sordum. “Onu biz bilmeyiz. Baş komiserimiz bilir.”
Gittim.
Baş komiserin huzuruna çıktım.
Ben içeri girerken Baş komiser sırıtıyordu.
“Demek casus bu?” dedi polislere.
“Bu,” dediler.
“Ne casusu?..” diye sormaya kalktım.
“Ne casusu olduğunu sen bizden iyi bilirsin,” dedi Baş komiser. “Söyle bakalım. Hangi devlet için çalışıyorsun? Yazdığın şifreleri kime yolluyorsun?”
“Hangi şifreler?” diye sordum.
Polislerin masasına bıraktığı yapılmış bulmacalarımı gösterdi.
Gülmeye başladım. Masasında ben gelinceye kadar çözmeye uğraştığı tam sayfalık bulmacayı görünce sevincim arttı. “Bu da bizden” diye düşündüm. “Beni anlar, bırakır.”
Sertleşti Baş komiser.
“Gülme!” dedi. Gülüşüm karnımda kaldı. Ama açıklamaktan da geri duramadım.
“Bunlar bulmaca…” dedim.
“Görüyorum…” dedi Baş komiser. “Nereye yolluyorsun bunları!
“Gazetelere…”
“Harika bir buluş!” dedi. “Demek şifreleri bulmaca içine yerleştiriyorsun. Sonra da onları gazetelerde yayınlatıyorsun. Böylece mesajların istediğin yere kolayca ulaşıyor. Valla böyle kurnazlık şeytanın aklına gelmez.”
İzin verseniz de, vermeseniz de güleceğim,” dedim. “İsterseniz beni falakaya yatırın. İsterseniz askıya alın. İsterseniz cam kırıkları üstünde yürütün, isterseniz orama burama elektrik verin. Hem güleceğim hem de bütün olup bitenleri anlatacağım.”