Düşün

Atatürk'ün Ankara’ya ayak basışının yıldönümü halkevinde ilk defa kutlanıyordu. Ankaralıların gönülden kopan kadirşinaslığı ile gündüzden beri heyecan içinde olan Atatürk efelerin oyunundan sonra yanına gelmelerini istedi. Efeleri yakınına konmuş iki sandalyeye oturmağa davet etti.

- Şimdi size soframdakileri tanıtayım. Bu büyük bir alimdir, tarih yazar ve okutur. Bu büyük bir yazıcıdır, olanı ve olacağı dile getirir.

Sofradakilerin hepsi için mahsus iltifat ve mübalağa dolu vasıflar buluyor, keskin, kesin, özlü methiyeler sıralıyordu. Sıra seymenlere geldi onlara döndü ve masadakilere tanıttı:

- Bunlar da, bu dünyanın en kahraman milletinin en yiğit insanlarından. Bana gelince, eğer bundan daha iyi tarihimizi bilmesem, bundan daha iyi dertlerimizi dile getiremeseydim, bundan daha iyi asker, bundan daha iyi hatip ve sizden biraz daha yiğit olmasam başınız olmazdım!

Biran başını önüne eğdi, biran yüzünde koyu bir pembelik dolaştı gülümseyerek seymenin birine hitap etti:

- Bırak şunu bunu; ne Mustafa Kemal, ne reisicumhur... İkimizde Türk, ikimizde efe... Sen beni bilmiyorsun , ben seni... Dağda karşılaştık; benden korkar mısın, korkmaz mısın?

- Sayende düşmandan korkmadık ki, senden korkalım.

Cevap Atatürk'ün hoşuna gitmemişti : düşmandan tabii korkmayacaksın, düşman bir başka, Türk değil ki korkasın gel bakalım, tam efe misin?

Başını dizine doğru çekti, gel bana desteklik et bakalım, dedi. Ve onun boynuna namlusunu dayadı; duvarın bir yerine nişan almağa başladı kurşun boynunun tüylerini yalayarak geçen seymende hiçbir kımıldama yoktu, oradakiler seymenin korkudan bayıldığını sanıyordu, kurşunlar bitmişti.

Seymen doğruldu, yüzünde ne bir pembelik, ne bir sarılık vardı, hiç titremeyen, belki biran gürleyen ve gülen bir sesle;

- Kurşunlar bitti mi, paşam? diye sordu :

Bu yüzdeki huzuru bir anlık bakışla sezen Atatürk seymenin ata kurşunu insana zarar vermez inancı ile öyle dimdik ve sakin kalabildiğini anlamıştı. Birden tabancayı yere attı, gözlerinden iri yaşlar damlıyordu. Hıçkırıklı bir sesle dedi ki:

- Demin söylediklerim yalandı, yanlıştı. Ben her şey değilim, ben hiçim. Ben hiç olurdum, eğer bu millet bana böyle inanmasaydı. Bu millet kılı kıpırdamadan benim uğruma canını vermeye hazır olmasaydı, ben hiçbir şey yapamazdım.

Atatürk: Denizinden Damlalar, Behçet Kemal Çağlar, sayfa 141-143

///

 

H

ONLAR BAŞKA

 

Onlar herşeyi yalan yazar

Şiirleri masalları bile

Sen beni dinle çocuğum

Sakın korkma

Kan denizi yok gökte

 

Hiç korkmadan uyu sabaha kadar

Gümüş aylar birden batıp

Yemyeşil bulutlarda

Sarı güneşler doğsun

Gülüm menekşem papatyam

Öğrenince güleceksin

Kan denizi yok gökte

 

Afşar TİMUÇİN

 

///

Gülümse

Yönetici & Mühendis    

Büyük bir şirketin üst düzey yöneticilerinden biri bir gün New York üzerinde balonla dolaşmaya çıkar. Aksilik bu ya, pusulasını aşağıya düşürür ve kaybolur.

İnmek için uygun bir yer ararken bir gökdelenin tepesinde sigara içen bir adam görür ve alçalır.

- "Pardon. Ben neredeyim acaba?" diye sorar.

- "Yerden 500 feet yükseklikte, bir balonun içindesin." der adam.

Yönetici sinirlenir: "Sen mühendissin değil mi?" diye sorar.

"Evet." der adam. "Nereden bildin?"

- "Çünkü başım belada ve sana bir soru soruyorum. Verdiğin cevap 100 doğru fakat hiç bir işime yaramıyor." Der yönetici.

Bu kez adam sorar: "Sen de yöneticisin değil mi?"

"Evet." der yönetici. "Sen nereden bildin?"

Adam cevap verir: "Çünkü yerden 500 feet yükseklikte bir balonun içinde kaybolmuşsun, pusulan yok, berbat durumdasın. Fakat bu şimdi benim suçum oldu..."

 

///

Kulağına küpe olsun

Karşısında "kendiniz" olabildiğiniz insan sizin dostunuzdur...

Paul Auster