Küresel iklim krizi artık yalnızca teorik bir tehdit değil; kıyılara vuran bir gerçek. Son yıllarda İskandinav ülkelerinde deniz seviyesinin gözle görülür şekilde yükselmesi, iklim değişikliğinin artık kapımızda değil, evimizin içinde olduğunu gösteriyor. Norveç, İsveç ve Finlandiya gibi kuzeydeki soğuk iklim ülkeleri, yüzyıllardır iklimsel istikrarın sembolü sayılıyordu. Ancak küresel ısınmanın etkisiyle buzulların erimesi ve Atlantik’teki su seviyesinin yükselmesi, bu ülkeleri dahi kırmızı alarma geçirdi.

İşte tam da bu nedenle, Avrupa Birliği üyesi ülkeler Paris İklim Anlaşması'nı beklenmedik bir hızla ve ortak iradeyle uygulamaya koydu. Karbon salımının azaltılması, yeşil enerjiye geçiş ve ekolojik restorasyon politikaları birer ideal olmaktan çıkıp zorunluluk halini aldı. AB'nin "Yeşil Mutabakat"ı bu kararlılığın net bir sonucu.

Peki ya Türkiye?

Türkiye, Paris Anlaşması’na 2021’de taraf oldu. Ancak uygulamada hala çeşitli açmazlar söz konusu. Sanayi politikaları, enerji üretimi ve şehirleşme modelleri hala doğa dostu bir çerçevenin uzağında. Oysa Türkiye de iklim krizinden muaf değil. Özellikle kıyı kentlerimiz İzmir, İstanbul, Antalya ve Mersin deniz seviyesindeki olası bir yükselmeden doğrudan etkilenecek.

Sadece kıyılarımız tehdit altında değil. Kuraklık, orman yangınları, seller ve ani hava değişimleri gibi iklim krizi belirtileri son birkaç yılda Anadolu’nun dört bir yanında daha sert hissedilmeye başladı.

Tarımın kalbi olan İç Anadolu ve Güneydoğu’da su kaynaklarının azalması, hem gıda güvenliğimizi hem de ekonomik sürdürülebilirliğimizi riske atıyor.

Kuzeyin uyarısı bize ne söylüyor?

İskandinav ülkeleri gibi bilim ve çevre politikalarını temel almış toplumların dahi iklim krizi karşısında ciddi bir tehdit algısı ile hareket ettiği bir dünyada, Türkiye'nin de artık sadece imzacı değil, aktif uygulayıcı olması gerekiyor.

Paris Anlaşması’nın yükümlülüklerini yerine getirmek yalnızca uluslararası saygınlık değil, ulusal güvenlik meselesidir. Enerji yatırımlarını rüzgar ve güneşe yönlendirmek, sanayi tesislerini karbon nötr hale getirmek ve şehirleri yeşil dönüşüme uyarlamak ertelenemez adımlar.

Kuzeyden yükselen deniz sadece İskandinav ülkelerinin sorunu değil. Dalga, Türkiye kıyılarına da çoktan ulaştı. Bu nedenle artık iklim meselesini “çevreci” bir söylemin ötesine taşıyıp “hayatta kalma politikası” olarak ele almalıyız. Çünkü doğa gecikmiyor. Peki ya biz?