Cemal Süreya’nın dediği gibi, ‘’Olmadığı zamanlarda bile birine sadık kalmak, her yüreğin harcı değildir.’’
Aslında bu cümle, sadakatin sadece varlıkla ölçülen bir duygu olmadığını, yokluğun da insanı sınayan en ağır imtihanlardan biri olduğunu anlatır.
Çünkü sadakat, yan yana dururken kolaya gelen bir şeydir. Göz göze bakarken, el ele tutuşurken, her gün aynı sofrada buluşurken sadakat bir alışkanlığa dönüşür. Asıl mesele, o kişi yokken, hatırası bile kalbinizin içini acıtırken, varlığı yalnızca bir anı defterinde yaşarken sadık kalabilmektir.
Sadakat, çoğu kişinin sandığı gibi yalnızca ‘’aldatmamak’’ değildir. Sadakat bir düşünceye, bir kalbe, bir değere bağlı kalabilmektir. Sevgilinin sesi yokken bile onun sessizliğine ihanet etmemektir. Hayatın farklı yollarına savrulmuşken bile kalbinin pusulasını değiştirmemektir.
Ama gerçek şu ki: herkesin yüreği bu kadar güçlü değil. Birçok insan sadakati, yalnızca çıkarı olduğu sürece sürdürür. Yalnızlıkta, özlemde, bekleyişte sadık kalmaksa gerçekten emek ister.
Sadık kalmanın bedeli vardır: beklemek, özlemek, susmak hatta çoğu zaman incinmek. Fakat bir kalp sadakati seçtiyse, bu bedeli ödemekten de çekinmez. Çünkü bilir ki sadakat, sadece karşıya değil, önce kendi vicdanına verilen bir sözdür.
Süreya’nın sözünü belki de şöyle tamamlamak gerekir: Sadakat, sadece yanında yürürken değil, arkasından giderken de sınanır.
Ve bu sınavdan geçen yürekler, yokluğun acısında bile kendine sadık kalabilendir.