Hayatta bazı kelimeler vardır ki, söylenirken ağızdan bal gibi dökülür; ama ruhun üzerinde sirke gibi yakıcı bir iz bırakır. ’’Sana kıyamam’’ mesela…
En masum görünen, en korumacı, en şefkatli cümlelerden biri gelir kulağa. Oysa çoğu zaman bu cümlenin ağırlığını en çok, sonrasında yaşananlar hissettirir.
İlişkilerde sıkça rastladığımız bir paradoks bu: ‘’Sana kıyamam’’ diyerek gelen, ‘’kıymadım’’ diye kendini savunan insanlar, çoğu zaman en derin yarayı açanlar olur. Bize kıyamadığını söyleyenler, aslında kıyarken bile kendi vicdanlarını rahatlatmaya çalışanlardır. Çünkü söz, bir tür maske işlevi görür, hem kendine hem karşındakine iyi niyetli bir yanılsama sunar.
Oysa gerçek, sözlerin ardında gizlidir. Kıyamamak, sadece söylemekle değil; davranışla, sabırla, emekle, dürüstlükle ispatlanır. Kıymamak, bir insanın kalbini yormamak, güvenini zedelememek, sevgisini istismar etmemek demektir. ‘’Sana kıyamam’’ diyerek gözümüzün içine baka baka kıyanların en büyük yanılgısı, kelimelerin yaraları onarabileceğini sanmalarıdır.
Bu yüzden artık kulaklarımız değil, kalplerimiz duymalı. ‘’ Sana kıyamam’’ diyenin gözlerinin içine bakarken sözlerine değil, davranışlarına kulak vermeli. Kıyamamak bir söz değil, bir duruştur. Ve biz, bu duruşu görmeyi öğrenmeliyiz; çünkü sevgi, sözle değil eylemle kıymayanın hakkıdır.
Sözle kıyamayıp, davranışla kıyan herkes şunu bilmeli: İnsan, kelimelerle avutulmaz; kalbiyle sınanır. Ve bir kez kalbine kıyılan, artık hiçbir söze inanmaz.