Soyadını anımsamıyorum. Ama kendisi tanırdım.
Uzun boylu, saç tıraşı alaburus, yanağında şark çıbanı, ses tonu ince olan bir kişiydi. Şakacı ve entelektüel kişiliği ona “Komik” lakabının takılmasına sebep olmuştur. Gaziantep, “Saz” denilen eğlence dönemini yaşadığı günlerde, saz ekibine klarnet çalarak katılırdı.
Sazdaki görevinin dışında, o günlerde ya sinemalarda ya da kendi Antep evlerinde yapılan, hemen hemen bütün düğünlerde (gelinçilerde), şenliklerinde klarnet çalardı. O, tam bir klarnet ustasıydı; bu enstrümanı ile zılgıt çalması meşhurdu. Çocuğu olmamıştı.
***
Bir süre sonra İstanbul’a taşınmış, sonradan ‘Gaziantep Oteli’ adıyla anılacak olan, küçük bir otel satın almıştı. Nafakası çıkıyordu.
Yükseköğrenim yaptığımızda bazı arkadaşlarla oteline gider, kendisiyle sohbetlerde bulunurduk. Bizlere ders alacak çok şey anlatır; bizler de kahkahalarla gülerdik. Bize karşı samimi davranışlarından, ara sıra oteline gelmemizi istediğini anlardık.
Bir sefer oteline gittiğimizde, yanın da genç, 15-16 yaşlarında bir çocukla çalıştığını görmüştük. Kim olduğunu sorduğumuzda çocuğu olmadığı için evlat edindiğini, nüfusuna geçirdiğini öğrenmiştik.
Uzun yıllar oğluyla oteli çalıştırmış; güzel güzel geçirmişleri.
***
Gaziantep Ticaret Lisesinin ilk mezunları olarak gittiğimiz İstanbul’da yükseköğrenimimizi tamamlamış, memleketimize dönmüştük.
Arkadaşlarımızın bir kısmı babası ile çalışıyor, bir kısmı tüccar sanayici yanına girmiş, bir kısmı da devlet kapısına yerleşmişti
Haftada bir buluşup ya bir lokantaya ya Gaziantep Kulübüne giderdik. Bir keresinde şarkı dinlemek üzere saza gitmiştik.
Bu mekânda, arkadaşlarımızla sahneye baktığımızda, Komik Abdullah’ın klarnet çalarak saza iştirak ettiğini görmüştük! O da bizi görmüştü
Bu durum beni çok üzmüştü. Çünkü işverenlikten, işçiliğe düşmüştü.
***
Sahne bir süreliğine ara verince yanımıza geldi. Abdullah. Üzgündü. Sohbet sırasında gözleri nemlenerek evlatlığı ile şu hikâyeyi anlattı:
“Otel de bildiğiniz gibi işim çok iyiydi; geçinip gidiyorduk. Oğlan (ismini söylemişti, anımsayamıyorum) iyi bir yardımcımdı. Bir süre çok güzel işlerimiz oldu. Mukadderat, elden bir şey gelmiyor. Oğlan kumara, sefahate alışmış. Otel dahil, elde ne varsa hepsini kaybettim. Geçim derdi. İste gördüğünüz gibi eski mesleğe döndüm.”
Biraz sonra sahneye çıkıp klarnetini çalmaya devam etmişti.
Bana, saz sesleri eskisi gibi neşe vermiyordu. Komik Abdullah’ta o eski neşenin yerlerinde yeller esiyordu. Sazı bir matem havası içerisinde dinlediğimi anımsıyorum.
Gözümün önünden, İstanbul, Gaziantep Oteli ve güldüğümüz günler bir sinema şeridi gibi geçivermişti
Nerden nereye…
***
John Wanamaker der ki: Herkes mesleğinde ve hayatında birçok karanlık yoldan geçmeye mecburdur. Ancak bu yolları elinde bir ışık olmadan geçmeye çalışmaktansa, başkalarının tecrübe meşalelerinden faydalanarak yürümek daha kolay ve kârlı değil midir?”