Çünkü her şeyden önce söz vardı. İnsanoğlu önce sözün kutsal büyüsünü keşfetti. Derdini, kederini katlanmak, haykırmak için ağıt yakmış; sevincini, övüncünü ve mutlu günlerini kutlamak için de türküler söylemiştir. Söz hep var ola gelmiş, kendini yenileyerek, üzerine daha güzel, daha duru anlamlar yüklenerek, bir kuş gibi kanatlanarak. Sonrasında mürekkep ve matbaanın keşfiyle de artık yalnız kulaktan değil, kuş tüyünden divitlerle arzu hallerini kağıtlara döküp şimdilerde tarihin tozlanmış sayfalarına not düşmüşlerdir.
Zamanı kelimelerle avlayan birçok yazar, şair, düşünür gelip geçmiş bu yorgun coğrafyanın üstünden. Öyle güzel öyle ihtişamlı dizeler düşmüşler ki hem dizelerini hem de hayatlarını okurken onların zamanında onlarla aynı mevsimi aynı düşlerin dünyasında yaşayası gelir insanın.
İnsan ve insana dair olanı kalemiyle kuşanan tüm söz ustalarına saygı ile .
Bir de kendi coğrafyasının büyülü gerçeğini yazmak, tarihe bir not düşmek güzeldir kanımca .
Salkım Salkım
Yüreğimde bir yaz yanığı
Sabahların şafağında
Ekin başlarındayım
Anız ve firik yumağında
Dumanlar yükselir
Yazıda, yabanda
Raban’da.
Mavi ve yeşil
Ekin başları
Yücelerde mağrur bulutlar
Buza kesmiş kar suları
Karadağın gözünden ovaya.
Geceler ala çalar
Ateşinde çobanların
saçları kınalı
yanıbaşımız Kızıldağ
Gerdanında boncuk boncuk
Uzayıp giden köyler.
Boz bulanık suyu
Fırat’a kulaç atar
Gürül gürül
Dibinde Karasu
Baraja kurban
Şimdi memeden
Kesilmiş boncuk gözlü bir bebek.
Usta bir arı
Usta ellerim
Nelere kadir bir bilsen
Dalda reçellenmiş incir
Bağda ballanmış üzüm
Beni böyle divane
Salkım salkım gezdiren
Dişlerimde patlamayı bekleyen
Sevdadır iki gözüm.