Türkiye’de ve dünyada son yıllarda en çok tartışılan konulardan biri, ekonomik büyümenin toplumun geneline ne ölçüde yansıdığıdır. Küreselleşme, dijitalleşme ve finansal piyasaların derinleşmesi, bir yandan sermaye hareketlerini hızlandırırken, diğer yandan gelir dağılımındaki adaletsizlikleri de belirginleştirmiştir. Bu nedenle “sermayenin tabana yayılması” kavramı, yalnızca bir ekonomi politikası değil, aynı zamanda toplumsal adaletin, fırsat eşitliğinin ve sürdürülebilir kalkınmanın temel dayanaklarından biri haline gelmiştir.
Sermayenin Merkezden Çevreye Dağılımı: Bir Dönüşüm Gerekliliği
Sermayenin tabana yayılması, ekonomik kaynakların ve yatırımların belirli bir kesimin elinde yoğunlaşması yerine, toplumun daha geniş kesimlerine ulaşmasını hedefleyen bir anlayışı ifade eder. Yani ekonomik pastadan daha çok kişinin pay alması, üretim ve yatırım süreçlerine daha fazla bireyin katılması demektir. Bu kavram, özünde “ekonomik demokrasinin bir uzantısıdır.
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde sermaye genellikle büyük şehirlerde, belirli sektörlerde ve büyük sermaye gruplarının elinde yoğunlaşma eğilimindedir. Oysa sürdürülebilir kalkınma için yerel girişimcilerin desteklenmesi, KOBİ’lerin güçlendirilmesi, halka arzların yaygınlaştırılması ve bireysel yatırım bilincinin artırılması gerekir. Sermaye birikiminin yalnızca merkezlerde değil, Anadolu’nun farklı bölgelerinde de değerlendirilmesi, ekonomik dinamizmin coğrafi olarak da dengeli dağılmasını sağlar.
Bu yaklaşım hem gelir eşitsizliğini azaltır hem de toplumsal refahın artmasına katkı verir. Çünkü sermaye, belli ellerde toplandığında ekonomik krizlere karşı kırılganlık artarken, tabana yayıldığında dayanıklılık ve üretkenlik artar.
Finansal Erişimin Artması: Yeni Dönemin Anahtarı
Sermayenin tabana yayılması için en kritik alanlardan biri finansal erişimdir. Bankacılık sisteminin dışında kalan bireyler, mikro girişimciler veya kırsal kesimdeki üreticiler, çoğu zaman uygun finansman olanaklarına ulaşamadıkları için üretim potansiyellerini hayata geçiremezler. Bu nedenle mikro finans programları, katılım bankacılığı, girişim sermayesi fonları ve kitlesel fonlama (crowdfunding) gibi araçlar, sermayenin daha adil bir şekilde dağılmasında önemli rol oynar.
Örneğin son yıllarda gelişen kitlesel fonlama platformları, küçük yatırımcıların büyük projelere ortak olmasını sağlamaktadır. Bu sayede sadece finansal kazanç değil, aynı zamanda toplumsal değer yaratımı da mümkün olmaktadır. Benzer şekilde, girişim sermayesi yatırım fonları ve kitle tabanlı yatırım ortaklıkları, yenilikçi fikirlerin finanse edilmesini kolaylaştırarak, ekonomik büyümeyi daha kapsayıcı hale getirir.
Türkiye’de Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) ve Borsa İstanbul’un bu alandaki düzenlemeleri, sermayenin tabana yayılması yönünde önemli adımlar olarak görülmektedir. Özellikle son yıllarda artan halka arzlar, bireysel yatırımcı sayısındaki hızlı artışla birleşince, sermayenin yalnızca belli sermaye çevrelerinde değil, halkın tasarrufları üzerinden de yön bulduğunu göstermektedir.
KOBİ’ler ve Yerel Kalkınma: Tabanın Üretken Gücü
Küçük ve orta ölçekli işletmeler (KOBİ’ler), ekonominin bel kemiğidir. Türkiye’de istihdamın yaklaşık yüzde 70’i KOBİ’ler tarafından sağlanmaktadır. Ancak bu işletmelerin finansmana erişim güçlüğü, teknolojik dönüşümde geri kalmalarına ve üretim kapasitelerini tam olarak kullanamamalarına yol açmaktadır.
Sermayenin tabana yayılması, KOBİ’lerin güçlendirilmesiyle doğrudan ilişkilidir. Çünkü bu işletmelerin üretim kapasitesi arttıkça, bölgesel kalkınma dengeleri de olumlu yönde değişir. Anadolu’nun farklı şehirlerinde girişim sermayesi fonlarının kurulması, yerel sanayi kümelenmelerinin desteklenmesi ve kooperatifçilik modellerinin güçlendirilmesi, bu süreci hızlandırabilir.
Özellikle kooperatifçilik, sermayenin toplumsallaşması açısından büyük önem taşır. Tarım, enerji, perakende veya el sanatları gibi alanlarda faaliyet gösteren kooperatifler hem ortaklarına gelir sağlar hem de dayanışma temelli bir ekonomik modelin örneğini sunar.
Finansal Okuryazarlık ve Güven Unsuru
Sermayenin tabana yayılmasının önündeki en önemli engellerden biri, finansal okuryazarlık düzeyinin düşüklüğüdür. Tasarruf alışkanlıklarının zayıf olması, yatırım araçlarına duyulan güvensizlik ve bilgi eksikliği, bireylerin finansal sisteme katılımını sınırlar. Bu nedenle finansal eğitim politikaları, yalnızca yatırımcıyı korumakla kalmaz; aynı zamanda sermayenin demokratikleşmesini de sağlar.
Burada güven kavramı da hayati önemdedir. Ekonomik sistemin adil, şeffaf ve denetlenebilir bir yapıya sahip olması, bireylerin sermaye piyasalarına katılımını teşvik eder. Sermayenin tabana yayılması, güçlü bir kurumsal yönetim kültürü ve şeffaf regülasyon sistemi olmadan kalıcı olamaz.
Yeni Ekonomik Paradigma: Adil Büyüme
Küresel ölçekte gelir dağılımındaki uçurumlar, toplumsal huzuru ve siyasi istikrarı tehdit eder boyuta ulaşmıştır. Bu nedenle birçok ülke, büyüme politikalarını “adil paylaşım” ilkesiyle yeniden şekillendirmektedir. Türkiye açısından da “sermayenin tabana yayılması”, sadece bir ekonomik strateji değil, aynı zamanda toplumsal barış ve demokrasi açısından da kritik bir meseledir.
Geleceğin ekonomisi, yalnızca büyük holdinglerin ve sermaye gruplarının değil, yerelde üretim yapan, yenilik geliştiren ve girişimci ruha sahip milyonların ortak katkısıyla şekillenecektir. Sermayenin tabana yayılması; üretimin, bilginin ve refahın merkezden çevreye doğru akmasını sağlayarak, ekonomik büyümeyi toplumsal kalkınmaya dönüştürmenin en güçlü yollarından biridir.
Sonuç olarak, sermayenin tabana yayılması, ekonomide adaletin, sürdürülebilirliğin ve dayanışmanın yeniden inşası anlamına gelir. Bireylerin finansal sisteme katılımı, yerel ekonomilerin güçlenmesi, KOBİ’lerin desteklenmesi ve finansal okuryazarlığın artması; yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda sosyal dönüşümün de anahtarıdır. Türkiye’nin kalkınma yolculuğunda bu ilkenin benimsenmesi, refahın daha dengeli ve kalıcı biçimde dağılmasını sağlayacaktır.
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar