Hayatta bazen bir şeyleri idare etmek adına sessiz kalırız. ‘’Boşver’’, büyütmeye değmez deriz. Oysa bu sessizlik, göründüğü kadar masum değildir. Çünkü sınır çizilmeyen her davranış, bir sonraki saygısızlığın davetiyesidir.

Psikolojide buna alışma denir. Sinir sistemimiz, tekrarlanan uyarıcılara karşı tepkisini azaltır. Birinin ilk kez yaptığı kabalık içimizi titretir, ikinci de ‘’zaten böyle biri’’ diyerek göz ardı ederiz. Zamanla duyarsızlık iyileşmek değil, kabullenmenin ötesinde bir pes ediştir.

Zen öğretilerinde ‘’Maai’’ diye bir kavram vardır. Samurayın bile dövüşten önce kurmaya çalıştığı mesafe. Fiziksel olduğu kadar ruhsal da bir dengedir bu. Çünkü haddini aşan bir yakınlık, savaş sebebidir. Hayatta da böyledir. Sınır koymadığınızda, karşı taraf sizin alanınızı kendi alanı sanmaya başlar.

İşte bu yüzden, sessizlik çoğu zaman sükûnet değil, onaydır. Bir kere izin verilen saygısızlık, bir sonraki için zemin hazırlar. Ve biz sandığımızın aksine bir anı değil, koca bir ülkeyi yutkunmuş oluruz.

Haddin olmadığı yerde nezaket de yoktur. Sessiz kalarak suskunluğunla değil, cesaretinle sınır çiz. Aksi halde sesini kısmadığın her ihlali, bir gün hayatının düzenini belirler.