Son yıllarda Doğu Akdeniz ve Ege Denizi, sadece bölgesel çıkarların değil küresel güç mücadelesinin de sahnesi haline gelmiştir. Güney Kıbrıs’ın İsrail yapımı hava savunma sistemlerini envanterine katması, Yunanistan’ın Türkiye’nin bilimsel araştırmalarına karşı donanma tatbikatlarıyla yanıt vermesi ve Batı ekseninin ortak baskıları, Türkiye’nin denizlerdeki manevra alanını daraltmaya yönelik hamlelerdir.
Bu süreçte İsrail, ABD ve AB’nin desteğini arkasına alan Yunanistan ve Güney Kıbrıs, Türkiye’yi yalnızlaştırmaya çalışırken, Türkiye’nin içerideki ekonomik sorunları ve istikrarsızlıkları da bu baskının daha da etkili olmasına yol açmaktadır.
Ege’nin Türkiye için bir “giriş kapısı” olduğu gerçeği, yapılan her manevranın sadece askeri değil, aynı zamanda jeopolitik ve psikolojik bir kuşatma girişimi olduğunu göstermektedir. Bilimsel araştırma gemilerinin bile hedef alınması, mücadelenin sadece enerji ve güvenlik değil, aynı zamanda bilimsel egemenlik alanına da taşındığını ortaya koymaktadır.
OLUMLU YANLAR
Türkiye’nin jeopolitik duyarlılığı yüksektir; kamuoyu ve devlet kurumları bu tür gelişmelere karşı farkındalık içindedir.
Donanma, hava gücü ve bilimsel araştırma kapasitesi hâlâ bölgedeki en önemli caydırıcı unsurlardan biridir.
KKTC’nin varlığı, Türkiye’ye Doğu Akdeniz’de meşru bir dayanak noktası sağlamaktadır.
Enerji ve deniz yetki alanları konusunda yürütülen çalışmalar, Türkiye’nin uzun vadeli çıkarlarını güvence altına alma yönünde stratejik bir irade ortaya koymaktadır.
OLUMSUZ YANLAR
Türkiye’nin ekonomik sorunları ve iç istikrarsızlıkları, dış baskılar karşısında kırılganlığı artırmaktadır.
Bilimsel araştırma gemilerinin dahi engellenmesi, Türkiye’nin uluslararası alanda yalnızlaştırılmaya çalışıldığını göstermektedir.
Yunanistan’ın Batı desteğiyle attığı adımlar, Türkiye’nin diplomatik girişimlerde elini zayıflatmaktadır.
2020’de yaşanan AB müdahalesi sonrası Akdeniz’den çekilme gibi adımlar, caydırıcılığın zedelenmesine yol açmıştır.
Caydırıcı güç zamanında gösterilmediğinde, karşı taraf tırmanma inisiyatifini ele almakta ve Türkiye’yi “reaksiyoner” konuma itmektedir.
SONUÇ
Ege ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye karşı kurulan kuşatma stratejisi, sadece askeri bir mesele değil, aynı zamanda siyasi, ekonomik ve bilimsel boyutları olan bir mücadeledir. Türkiye’nin bu oldu bittilere boyun eğmesi, uzun vadede denizlerdeki egemenlik haklarının ve jeopolitik üstünlüğünün kaybına yol açacaktır.
Bugün ihtiyaç duyulan, sabır stratejisiyle caydırıcı gücün dengeli biçimde kullanılmasıdır. Donanma ve hava gücü sadece törenlerde değil, jeopolitik hakların korunmasında aktif rol üstlenmelidir. Bilimsel araştırmalar, enerji politikaları ve uluslararası hukuk temelinde kararlı bir irade ortaya konmadıkça, Türkiye’nin denizlerdeki varlığı her geçen gün daha fazla sınanacaktır.
OKUYUCUYA SORULAR
Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Ege’de karşı karşıya kaldığı kuşatma stratejisi sizce daha çok askeri mi, yoksa diplomatik mi bir baskıdır?
Ekonomik sorunların jeopolitik mücadelelerde caydırıcılığı nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz?
Bilimsel araştırma gemilerinin hedef alınması, gelecekte enerji ve denizcilik politikaları açısından ne anlama gelir?
Türkiye, sabır stratejisi ile caydırıcı güç gösterimini nasıl dengelemelidir?
Sizce Türkiye’nin en güçlü kozları nelerdir: Askeri caydırıcılığı mı, diplomatik hamleleri mi, yoksa halkının milli refleksleri mi?