4 Kasım 1953…
Atatürk İstanbul'dan ayrılıyor, Ankara'ya götürülüyor.
İnsanlar üzüntülü. Hüzün var her yerde..
Karaköy'den geçerken birdenbire,
'Çıt' diye bir ses..
Çıt ! Çıt ! Çıt !
Aaa!..
Gökyüzünden düğme yağıyor!
Hayal mi, düş mü bu. Gökyüzünden düğme yağdığı nerede görülmüş.
İstanbul’da…
Atatürk'ün o bayrağa sarılı tabutuna düğme yağdı.
Rengarenk düğmeler !
Düğme yağıyor ! Çıt! Çıt! Çıt!..
Herkes yukarı baktı!
O caddedeki dükkânlardan bürolardan Türkiye Cumhuriyeti'nin Yahudi vatandaşlarını görüyoruz pencerelerde...
Yahudi kardeşlerimiz, ülkenin Yahudi vatandaşları…
Liderlerini, O güzel insanı, kendi matem geleneklerine göre, "gömleklerinin, ceketlerinin düğmelerini kopararak" uğurluyorlar.
***
İspanya’dan kovulan, hiç bir ülkenin kabul etmediği bir gemi dolusu Yahudi’ye Osmanlı kucak açmamış mıydı? Onlar ve torunları da bundan sonra Osmanlı topraklarını yurt bilip mutluluk içinde yaşamamışlar mıydı?
***
Hitlerin fırınlarda yaktığı Yahudilerden yüzlercesini Hitlerin gazabına uğramayı göze alarak bir çok alman aile, evlerinde saklamamış mıydı?
***
Yahudilerin de bir yurdu olsun, diye kurulan İsrail devletini ilk tanıyan Türkiye Cumhuriyeti olmamış mıydı?
***
Gaziantep’te de bizlerle kardeş kardeş yaşayan Yahudiler refah içinde değil miydi? Biz onlara komşu olarak sadece kollarımızı değil, gönlümüzü de açmamış mıydık?
***
Böyle olduğu halde, ataları geçmişte zulümlerin en büyüğüne uğramışken, kendileri şimdi o zulmün benzerini Müslümanlara yaşatmıyorlar mı?
Bu nasıl adalet duygusudur?
Bu nasıl ahde vefadır?
Bu nasıl insanlık ya da insansızlıktır?