İnsan ilişkilerinde en çok zorlandığımız noktalardan biri, farklı bakış açılarını kabul edememek. Oysa yaratılış gereği hepimiz farklıyız. Farklı düşüncelerimiz, farklı yorumlarımız, farklı algılarımız var. Basit bir örnekle: aynı bardağa iki kişi bakıyor, biri kulp sağda diyor, diğeri solda. İkisi de haklı aslında, çünkü herkes kendi bulunduğu yerden görüyor olanı. Ama biz ne yapıyoruz. İlla benim gördüğüm doğrudur diye diretince kavga kaçınılmaz oluyor.
Aslında bu kavgaların çözümü çok basit: bir adım geri çekilip yukarıdan bakmayı öğrenmek. O zaman göreceğiz ki herkes kendi açısından haklı. İşte gerçek olgunluk burada başlıyor. Hazreti Ali’nin dediği gibi: ‘’Kusur gören gözlerimi kör ettim.’’ Çünkü insan kusura odaklandıkça büyütüyor, büyüttükçe kavga ediyor, kavgalar da ilişkileri tüketiyor. Kusura değil, kalbe bakmayı öğrendiğimizde ise barış geliyor, anlayış geliyor.
Bugün insanlar birbirine tahammül etmeyi unuttu. Karşısındakini olduğu gibi kabul etmek yerine, kendi bakışına zorlamaya çalışıyor. Oysa gerçek huzur, farklılıkları zenginlik olarak görebilmekte. Hepimiz aynı şeyi görseydik, hayat tekdüze olurdu. Farklı görüşler, renkler, fikirler ise hayatı güzelleştiriyor.
Hoşgörü, yalnızca karşımızdakini kabul etmek değil; kendi egomuzu da terbiye etmektir. Benim doğrularımın tek doğru olmadığını bilmek, haklı çıkma arzusunu bir kenara bırakmaktır. Çünkü bazen haklı olmaktan daha değerlisi vardır: kalpleri kırmadan yaşamak.
Belki de hayatın sırrı, haklı çıkmak değil, huzurlu kalabilmektir. Herkesin kendi penceresinden haklı olabileceğini unutmadan, biraz daha anlayışlı, biraz daha merhametli bakabilsek… Belki de dünyamız, küçük bir tebessüm kadar kolay güzelleşirdi.