Bazen bir sessizliği dinlerken anlıyor insan…
Kırıklarını onarmamış olduğunu.
Bir zamanlar çok sesli bir haykırışla içinden geçenleri bastırdığını…
Kırıldıkça daha çok sevdim sanmışım meğer oysa sadece daha çok susmuşum.
İlişkilerde kendime yer bırakmadığımı fark ettim.
Hep ‘’o mutlu olsun’’, ‘’o üzülmesin’’ diye yaşarken, ben ne zaman üzüldüm fark eden olmadı. Çünkü ben bile fark etmedim.
Kendimi yok saymışım, var etmeye çalışırken bir başkasını.
O kadar çok onun ne hissettiğini anlamaya çalışmışım ki, kendi duygularımın dilini unutmuşum.
Meğer sevgiyle sabır aynı şey değilmiş.
Meğer affetmek, kırıklarını halının altına süpürmek değilmiş.
Ve en önemlisi…
Sevmek, kendinden vazgeçmek demek değilmiş.
Şimdi fark ediyorum, onca suskunluğun arasında ben kaybolmuşum.
Kendi ellerimle silmişim izimi, kendi hikâyemde figüran olmuşum. Oysa başrolde olmam gerekiyordu.
Çünkü bu hayat benim.
Ve artık kimsenin gölgesinde değil, kendi ışığımda yürümek istiyorum.
Ama her fark ediş bir başlangıçtır, değil mi zaten?
Kendimi unuttuğum yerde yeniden buluyorum şimdi.
Kırıklarımla barışıyorum, onları onarmayı öğreniyorum.
İlk kez kendimi seçmenin suç olmadığını, hatta en büyük sevgi olduğunu anlıyorum.
Artık bir ilişkide var olmayı, kendimi yok etmeden sevebilmeyi istiyorum.
Çünkü sevgi, iki kişinin birlikte büyümesiyle güzeldir.
Ve ben artık eksilerek değil, çoğalarak sevmek istiyorum.
Kendime sarılarak başlıyorum bu defa…
Sessizliğimi değil, sesimi duyanlarla yola devam etmeye…