Geçtiğimiz hafta Perşembe günü öğleden sonra evde suyumuzun olmadığının fark ettim.

Sular kesilmiş!

Musluğu açtım önce hor hor diye kaba bir ses sonrada tısss…

Su yok.

Bulunduğumuz muhitte böyle bir olay pek yaşanmadığı için herkes gibi bizde böyle bir şeye hazırlıklı değiliz. Ha bu arada güneş enerjisi olanlar ya da bir başka şekilde birikmiş suyu olanlar, tabii suyun kesilmesinin farkında bile olmaz. O da ayrı bir şey.

Aklım bir anda karman çorman oldu. Tabii bizlerin ilk aklımıza gelen, ‘ödemeye unuttuğum bir faturamı oldu acaba?’ olur.

Hayır, ödemediğim fatura falan yok turdu. Ödediğim faturaları muhafaza ettiğim dosyaya baktım son fatura zamanında ödenmiş! Zaten bizim gibi eskimiş insanlar hükümetle ilgili ödemeleri elimizden geldiğince aksatmamaya gayret ederiz.

Hükümetle başımızın derde girmesini istemeyiz ve de korkarız.  Korkumuz,utancımızdan kaynaklanır. Görevli gelir de: ‘’Suyunuzu, elektriğinizi ya da şunun uzu bununuzu kesmeye geldik, faturanızı zamanında ödememişsiniz’’ derse…

İşte bu bizim konu komşu arasında utanç duvarlarımızın yıkıldığı andır. Kahroluruz. Komşuların yüzüne nasıl bakarız diye dövünürüz. Böyle bir duruma düşmemek içinde elimizden geldiğince böyle bir yanlışa düşmemeye çalışırız.

Ama bazen el baştan yüce de gelir… O da ayrı bir dava…

***

Olur ya çocuklardan birisi oynar da kapatır diyerek su saatimizin yanındaki ana vanaya da baktım. Hayır, vana açık. Zaten bizim buraların çocukları melaike gibi bir şeyler. Kavga-dövüş nedir bilmiyorlar. Anam ölsün ki, babam ölsün ki diyerek yemin etmeyi bilmiyorlar. En güzeli ana avrat sövmeyi bilmiyorlar, birbirlerinin kafalarını yarmayı bilmiyorlar. Ağızlarından çıkan en kötü söz ‘’oha…’’ oluyor.

***

Yukarıdan bu yana anlatmaya çalıştığım asıl konu, bir nimetin elden gitmesiyle kıymetinin anlaşılması, hissedilmesi de o nimet yeniden ele geçtiğinde yokluğunda çekilen zorlukların anın da unutulması!

Yalnız su da mı? Hemen her nimette bu böyle de biz bir türlü bu gerçeği kavrayamayız.

 Ve şimdi hemen bir gün evvelki susuz geçen bir 24 saatin zorluklarını unuturuz. Unutuldu bile…

***

Büyük site yöneticilerinin, apartman yöneticilerinin bu konuda ki vurdumduymazlıkları, umursamazlıkları hep dikkatimi çekmiş; ‘’neden bu israfa izin veriliyor, neden bu nimet bu kadar hor kullanılıyor?’’ demişimdir!

Üç katlı, beş katlı hatta on katlı apartmanın haftalık merdiven temizliğini yapan kadın elini süpürgeye, fırçaya sürmez…

Hortumun bağlı olduğu musluğu sonuna kadar açar. Başlar merdivenlerde ki çeri çöpü suyla bilmem kaç merdivenden aşağıya kadar kovalamaya. Bir Allahın kulu da çıkıp: ‘’Bacım ya da bilmem ne hanım Allahtan kork bu suyu nasıl böyle kullanıyorsun, yönetici bey sana süpürge, fırça almıyor mu?’’ demez!

Hele o sitelerde ki; sitenin temizlik işlerine bakan ya da bahçe işlerine bakan görevliler, böyle yerlerde kullanılan en kalın hortumu sonuna kadar açar, başlar bahçe de ki ağaçlardan dökülen yaprakları kovalamaya… Yönetici bey sigarasının tüttürürken bu temizlik işini, görevini yapmanın hazzıyla zevkle seyreder.   

Bir de Allaha ibadet etmek için cami avlusundaki şadırvandan abdest alanları görseniz…

Musluğu sonuna kadar açar… Hem kendinin üstünü başını ıslatır hem yanındakinin. Ne o ağam abdest alıyor. Eğer o anda kullandığı suyu insan gibi kullansa belki rahatlıkla üç defa abdest alır.

İşte israf alışkanlığımız böyle gelmiş böyle gider…

De… Gitmemeli!