Devrim Arabaları filmini izlerken ağlamıştım. Türkiye ilk kez fedakâr, yaratıcı Türk mühendislerinin sayesinde, İhtilalci Milli Birlik Komitesinin, komite lideri Cumhurbaşkanının da himayesinde ilk yüzde yüz Türk otomobilini imal etmişti.

Bakın burada 1960 Devrimini yapanlara ihtilalci diyorum. Bunu ilk kez söylüyorum. Şimdiye kadar onları hep devrimci olarak andım. Artık anlıyorum ki, sadece 61 anayasasını yapmakla devrimci olunmuyor.

Ülkeni dış güçlerin boyunduruğundan kurtarman gerek devrimci olabilmek için de. Bu da ekonominin güçlenmesiyle olur.

Zamanında iyi şeyler yaptıklarını düşünmüştüm hep 60 ihtilalcilerinin. Nereden bilebilirdim ki, sadece bir tek şeye göz yummakla bile Türkiye’nin geleceğinin ırzına geçtiler onlar.

***

Nasıl becerebildiler bunu? Şöyle: Türk mühendisleri çok kısa bir zaman içinde adını “Devrim” koydukları otomobili üreterek Cumhurbaşkanının emrine sundular.

O gün bayramdı. Cumhurbaşkanı bu otomobile binerek tören alanına gidecekti. Yola çıkıldı. Ama yolun bir yerinde araba istop etti.

“Ne oldu?” diye sordu Cumhurbaşkanı.

“Yeterli benzin konmamış efendim. Benzin bitti.”

“Sizin yaptığınız iş bu kadar olur!” diye sinirlenen Cumhurbaşkanı o yüzde yüz Türk üretimi arabaya “benzin koyun öyleyse, de yolumuza devam edelim,” demedi. “Atın bunu çöplüğe” diyerek bir gavur otomobiline binip törene yetişti.

Bir Cumhurbaşkanını, hem de ihtilalin Cumhurbaşkanını, biz sıradan yurttaşların bilmediğimiz, onu böyle davranmaya iten nedenler vardı elbette herhalde. Bir bahane lazımdı, işte o bahane bulunmuştu. Otomobil çalışmıyordu(!)

***

O günlerde yerli otomobillerin piyasaya çıkmaması için yoğun bir çalışma vardı.

Otomobil pazarını elinden kaçırmak istemeyen Dış güçler…

Bu dış güçlerin Türkiye temsilcileri olan işbirlikçileri otomobil dış alımcıları…

Otomobil Dış alımcılarının ürüyüp osuran, kamuoyunu etkileyen, baskı altına alan basın mensupları… Bu kadar güç birleşince ne halt etsin benim beş on gariban Türk mühendisim. Seslerini, soluklarını bile çıkarttırmadılar onların.

En yüksek  mercideki zatın böyle davranmasını anlayamam, sadece kimden geldiğini bilmediğim, sadece tahmin ettiğim güçlerden korkmakla suçlayabilirim onu. Beddua da ederim, “Sininde yatmasın!” diye. Türkiye’min geleceğini karartacak bir emre boyun eğdi, diye.

Devrim sonrası düzenlediğimiz mitinglerde kıçımız yırtılıncaya kadar “Yaşa Varol”larla bağırarak kendilerine yaptığımız yalakalıklarımızı, övgülerimizi helal etmiyorum onlara.

Otomobil Dış alımcılarımıza da beddua ediyorum. Onlar dış alımdan kazandıkları parayı, yerli otomobillerimizin satışından da kazanabilirlerdi.

O zamanın anti devrimci borazan basınını ise lanetliyorum. Üç beş kuruşluk bahşiş için vatanı. Vatanının menfaatlerini satmak işte buna denirdi.

***

Dış güçler, İhtilal Komitesi, dışalımcılar, borazan basın el ele verip horon sekerek o zamanlar Devrim Arabalarımızın önünü kesmeseydiler. Bugün caddelerimizin, sokaklarımızın iki yanında park edilmiş, milyonlarda yabancı marka “devrin” arabanın yerinde şimdi Madein Turkey damgalı Devrim Arabalarımız olacaktı.

Olmadı da ne oldu? Ülkem bunların yerine dış ülkelerden ithal ettiği otomobillere 53 yıl içinde trilyonlarca değil, katrilyonlarca dolar, euro ödeme yapmak zorunda kaldı.

Eğer Devrim otomobillerinin önü kesilmeseydi, bugün bu paralar Türkiye Cumhuriyetinin hazinesinde kalacaktı.

Böylece de ülkem dış ülkelere borçlu olmayacaktı.Ekonomik bağımsızlığımız da sağlanmış olacaktı. Türkiye Cumhuriyetinin her türlü bağımlılığına kastetmeye cesaret edebilen bir tek dış ülke bile olamayacaktı.

***

Devrim Arabalarının hikâyesi film oldu. Filmi izledikten sonra bir de CD’sini aldım. Sokaktan evime dönerken, yollarda karşılıklı olarak dizilmiş yabancı markalı arabalara gözlerim bakıyooor bakıyor. Kanım da içime akıyooor, akıyor.

Eve dönünce Devrim Arabaları filminin CD’sini açıp izliyorum. Devrim arabalarının, dolayısıyla Türkiye’min kaderine şimdi de ağlıyorum. Ama bu kez hüngür hüngür ağlıyorum.