Son yıllarda iklim değişikliği artık soyut bir tehdit değil; çiftçinin tarlasına, köylünün ürününe ve sofralarımıza uzanan somut bir kriz haline geldi. Küresel ölçekte artan sıcaklıklar, düzensiz yağış rejimleri, kuraklık, sel, dolu ve fırtına gibi aşırı hava olayları tarımsal üretim desenlerini kökten değiştiriyor. Türkiye gibi Akdeniz iklim kuşağında yer alan ülkeler için bu durum, yalnızca bir çevresel mesele değil; aynı zamanda ekonomik, sosyal ve hatta ulusal güvenlik meselesi haline gelmiş durumda.
Tam da bu nedenle “iklime dayanıklı tarım” kavramı, yalnızca bir çevreci hedef değil; sürdürülebilir kalkınmanın, gıda güvencesinin ve kırsal istikrarın anahtarı olarak görülüyor. Peki, iklime dayanıklı tarım ne anlama geliyor ve bu dönüşüm Türkiye gibi tarımsal üretim gücü yüksek bir ülke için ne ifade ediyor?
İklime Dayanıklı Tarım Nedir?
İklime dayanıklı tarım (climate-resilient agriculture), üretim sistemlerinin değişen iklim koşullarına uyum sağlayarak hem verimliliği korumasını hem de çevresel sürdürülebilirliği gözetmesini hedefleyen bir yaklaşımdır.
Bu modelin üç temel bileşeni vardır:
Uyum (Adaptasyon): Tarımsal üretimin iklim değişikliğine uyum sağlaması, yani kuraklığa, aşırı sıcaklara veya sel riskine karşı dayanıklı hale gelmesi.
Azaltım (Mitigasyon): Tarımın sera gazı salımını azaltarak iklim değişikliğini yavaşlatması.
Dayanıklılık (Resilience): Krizler karşısında sistemin çökmeden ayakta kalabilmesi ve üretimin devam edebilmesi.
Kısacası, bu yaklaşım hem doğayı hem üreticiyi koruyan, aynı zamanda gıda arzını güvence altına alan bir denge arayışını temsil ediyor.
Türkiye Tarımı İçin Neden Kritik?
Türkiye, farklı iklim bölgelerine sahip geniş bir coğrafyada çok çeşitli ürünlerin yetiştirildiği bir tarım ülkesidir. Ancak iklim değişikliği, bu çeşitliliği tehdit ediyor. TÜİK ve Meteoroloji Genel Müdürlüğü verilerine göre son 50 yılda Türkiye’nin ortalama sıcaklığı 1,5 dereceye yakın artış göstermiş durumda. Aynı dönemde yağış rejimleri bozulmuş, bazı bölgelerde yıllık yağış %20’ye kadar azalmıştır.
Bu durum, özellikle İç Anadolu, Güneydoğu ve Ege bölgelerinde tahıl, zeytin, pamuk ve meyve üretiminde verim kayıplarına yol açmaktadır. Ayrıca su kaynaklarının azalması, hayvancılık ve sulama tarımını doğrudan etkilemektedir.
Örneğin Konya Ovası’nda yer altı suyu seviyeleri alarm verici düzeyde düşerken; Trakya’da artan sıcaklıklar buğdayın protein oranını düşürmektedir. Bu tablo, iklime dayanıklı tarım uygulamalarının artık bir tercih değil, zorunluluk olduğunu ortaya koyuyor.
Bilim ve Teknoloji Destekli Yeni Yaklaşımlar
İklime dayanıklı tarımın merkezinde bilimsel bilgi ve teknolojik yenilikler yer alıyor. Geleneksel yöntemlerle sürdürülebilir bir üretim modeli kurmak artık mümkün değil.
1. Akıllı sulama sistemleri:
Su kıtlığına karşı damla sulama, sensör destekli sulama ve yağmurlama sistemleri, verimliliği artırırken su tasarrufu sağlıyor. Bu sistemler, toprağın nemini ölçerek yalnızca ihtiyaç duyulan miktarda suyu veriyor.
2. Kuraklığa dayanıklı tohumlar:
TÜBİTAK, TAGEM ve bazı üniversiteler tarafından geliştirilen iklime dayanıklı yerli tohum çeşitleri, yüksek sıcaklıklara ve su stresine karşı daha dirençli üretim sağlıyor. Bu, özellikle tahıl ve bakliyat üretiminde önemli bir güvence oluşturuyor.
3. Dijital tarım ve veri tabanlı üretim:
Uydu verileri, sensör teknolojileri ve yapay zekâ tabanlı sistemler sayesinde çiftçiler, tarladaki nem, sıcaklık, hastalık riski ve bitki gelişimini anlık olarak takip edebiliyor. Bu da doğru zamanda gübreleme, ilaçlama ve hasat yapılmasını kolaylaştırıyor.
4. Karbon dostu üretim teknikleri:
Organik gübre kullanımı, azot salımını azaltan uygulamalar ve karbon yutak alanlarının (örneğin ağaçlandırılmış tarım alanları) artırılması, tarımın çevre üzerindeki baskısını hafifletiyor.
Kırsal Dönüşümün Sosyal Boyutu
İklime dayanıklı tarım yalnızca teknolojik bir değişim değil; aynı zamanda kırsal toplumun yeniden yapılanması anlamına geliyor. Çünkü sürdürülebilir bir tarım politikası, üreticinin bilgi düzeyinin yükseltilmesini, gelir güvencesinin sağlanmasını ve genç nüfusun tarıma teşvik edilmesini gerektiriyor.
Bugün kırsal kesimdeki en büyük sorunlardan biri, gençlerin tarımı terk etmesi. Ancak akıllı tarım uygulamalarıyla birlikte tarım, yeniden cazip bir sektör haline gelebilir. Veriye dayalı üretim, dijital platformlar aracılığıyla doğrudan satış imkanları ve enerji verimli sistemler, tarımı modern bir meslek haline getirme potansiyeli taşıyor.
Bu noktada kooperatifleşme, eğitim programları ve kamu destekleri büyük önem taşıyor. Tarımda iklim dostu dönüşüm, bireysel çabalarla değil; toplumsal dayanışma ve planlı devlet politikalarıyla mümkün olabilir.
Küresel Ölçekte Dayanıklılık Arayışı
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ve Dünya Bankası gibi kurumlar, iklime dayanıklı tarımı 21. yüzyılın öncelikli politikası olarak tanımlıyor. FAO verilerine göre, dünya genelinde tarımsal üretimin %25’i iklim kaynaklı risklerden doğrudan etkileniyor. Bu da her yıl milyarlarca dolarlık kayıp anlamına geliyor.
Avrupa Birliği’nin “Yeşil Mutabakat” çerçevesinde, karbon salımını azaltan tarımsal üretim modelleri destekleniyor. Afrika ve Asya’da ise kuraklığa dayanıklı tarım sistemleri, gıda güvenliği stratejilerinin merkezinde yer alıyor. Türkiye’nin de bu küresel dönüşümden geri kalmaması, ihracat pazarlarını koruması ve iç gıda arz güvenliğini sağlaması açısından kritik önem taşıyor.
Sonuç: Toprağa ve Geleceğe Sahip Çıkmak
İklime dayanıklı tarım, yalnızca bir üretim biçimi değil; aynı zamanda bir yaşam felsefesi, bir sürdürülebilirlik vizyonudur. Doğayı tüketen değil, onunla uyum içinde var olan bir üretim anlayışına geçmek hem ekonomik hem ekolojik açıdan kaçınılmaz hale gelmiştir.
Türkiye’nin bu dönüşümde başarılı olabilmesi için üç temel unsura ihtiyacı var:
Politika sürekliliği: Tarım politikalarının kısa vadeli değil, uzun vadeli stratejilerle yürütülmesi.
Eğitim ve farkındalık: Çiftçilerin yeni teknolojilere erişiminin artırılması ve bilinçlendirilmesi.
Ar-GE ve yerli üretim: İklim koşullarına uygun tohum, teknoloji ve enerji sistemlerinin yerli imkanlarla geliştirilmesi.
Unutulmamalıdır ki, iklime dayanıklı tarım yalnızca bugünün değil, gelecek kuşakların gıda güvencesini de teminat altına alan bir yatırımdır. Toprağı korumak, aslında insanın kendisini korumasıdır.
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar